AYDER YAYLASINDAN MERHABA
Yorucu bir yolun ardından, sabahın ilk ışıklarında, mavi ile yeşilin kucaklaştığı Ayder Yaylası’na ulaştık. Ardından dışarıya adımımızı atar atmaz o uçsuz bucaksız gökyüzündeki bulutlar birden ağlamaya başlamıştı. Evet, yağmur yağıyordu. Oysaki Çamlıhemşin’den yola çıktığımızda hava ne kadar da güzeldi. Daha gün yeni başlamıştı ama yağmurdan da korunmamız gerekiyordu. Hemen ilerideki otelimize doğru yola koyulduk. Otel tamamen doğayla uyumlu bir şekilde kestane ve kayın ağaçlarından yapılmış ahşap bir görünüme sahipti. İçeriye girdiğimizde sırılsıklam olmuştuk. Hemen üzerimizi değiştirdik. Otel çalışanlarından birisi o sırada gelip bizi kahvaltıya çağırmıştı. Biz vakit kaybetmeden kahvaltı yapacağımız yere doğru ilerliyorduk, bu sırada da etrafa göz gezdiriyorduk. Dikkatimi en çok çeken ahşap köprülerdi. Tam bir estetik yapıt örneğiydi. Yağmur hemen hemen durduğu için dışarıya bir kahvaltı masası kurmuşlardı. Tamamen bölge halkının kahvaltı gıdalarından oluşan bu masa adeta göze hitap ediyordu. Kahvaltı masasına oturduğumuzda bir yandan bölge rehberinin kahvaltılıkları tanıtımını dinliyor bir yandan da güzel bir kahvaltı yapıyorduk. Kahvaltı masasında tabiri caizse bir kuş sütü eksikti, ama benim bu sofrada en fazla dikkatimi çeken gıdalardan biri dünyanın en meşhur ballarından Anzer Balı’ydı. Anzer Balı’nın çok eşsiz bir tadı vardı. İkinci olarak ise mıhlama dikkatimi çekmişti. Daha önce mıhlama yemiştim ama Ayder’deki mıhlamanın içine bölgede yetişen özel otlarda katılmıştı lezzeti bundan olsa gerekti ama tabiki de Ayder’in o müthiş doğasını da unutmamak lazım. Kahvaltı bitmişti yağmur da durmuştu yeniden Güneş’i görmek ne güzeldi. Derin bir nefes aldım ve o müthiş doğanın kokusunu ciğerlerimde hissettim. Kahvaltıdan kalktık ve geziye başlamıştık. İlk olarak Gelin tülü adı verilen şelalenin oraya gittik. Bu muhteşem şelaleden akan suyun döküldüğü mükemmel fırtına deresinin sesi hala kulaklarımda. Bu büyüleyici bir manzaraydı. Bu büyüye fazla kapılmadan yolumuza devam etmek gerekmekteydi. Bir sonraki durağımız kestane ve çam ağaçlarıyla kaplı ormandı. O müthiş ahşap köprülerden geçerken fırtına deresinin görünümü tam bir harikaydı. Turumuza devam ediyorduk. Tam bu sırada elektrik üreten değirmenler dikkatimi çekti. Değirmenin hemen arkasında yayla evleri bulunuyordu ve bu değirmenlerde üretilen elektriği kullanıyorlardı. Tam bir Laz dehasıydı bu...
Menderesler, tahta köprüler, su kanalları, dereler, değirmenli evler, orman, yabani dikenler, kayalar derken güneş batmaya başlamıştı bile… Tur rehberimiz bize acele edin deyip bizi bir tepeye getirdi. Ama yalnız değildik. Yirmi, otuz kişilik bir ekip daha vardı burada herkes güneşin batışını izlemek için gelmişti, ama biz sabahtan beri bir şey yememenin açlığıyla etrafa bakınırken arkadan beş on tane teyze sacda yaptıkları bazlama ekmeklerden getirmişlerdi. İçine tereyağı ve Anzer Balı koyduktan tadından yenmedi. Bu arada güneş de batmak üzereydi. Biz hemen ilerideki yöre halkının deyimiyle çullara oturduk; güneşin batışını izlemeye koyulduk. Ben de fotoğraf makinesini çıkardım ve bu anı ölümsüzleştirdim.
Güneş batarken sanki bize hoş geldiniz diyordu. Tezatlık bu ya babamın işi çıktığından dolayı bir haftalık tatilimizi bir günde tamamlamak durumunda kalmıştık. Ama ben dopdolu bir gün geçirmenin mutluluğuyla ayrılıyordum doğa harikası Ayder’den.
Eğer sizde benim gibi kır orman yayla mekânlarını seviyorsanız Ayder tam size göre. Hadi bu yaz tatilinizi siz de Ayder’de geçirin ve o güzel Anzer Balı’ndan yemeyi, köprüden geçip fırtına deresine el sallamayı ve tepeye çıkıp güneş batarken benden selam söylemeyi unutmayın.
Selahattin Keskin
10/D
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder