HasBiHâl
Biz neyiz neciyiz kimiz?
Üniversite
hayatımızın bir köşesinde hatıra olarak has
bir hal’imiz olsun diye;
‘Birbirimizden
duyacağımız öğreneceğimiz çok şeyimiz var’ ve okuyup konuşulacak kütüphaneler
dolusu kitap varken ‘tek başına da olur belki ama birlikte olsa daha güzel
olur’ deyip bir araya gelen bir avuç tıp öğrencisiyiz..
Yani; hepimiz
birbirimizin hocası hepimiz birbirimizin öğrencisiyiz.. Bir avuç dediğime bakmayın
aslında bayağı da bir kişiyiz.. :)
Peki ne yapıyoruz?
Ortalama olarak
ayda bir toplanıp önerdiğimiz kitaplardan kura ile seçip okuduğumuz kitabı
tartışıp mütalaa ederiz..
Sizlere şimdiye
kadar okumuş olduğumuz kitaplar-yazarlar arasından iki tanesini ve grubumuz
hakkındaki görüşlerimizi, bir nevi tanıtım amaçlı paylaşmak istiyoruz..
HasBiHâl grubu adına Kadem Koç..*
LÂ: SONSUZLU
K HECESİ üzerine …
André Gide’nin çok
sevdiğim ve hayatımın düstûru edindiğim “Kıyıyı gözden kaybetmeye cesaret
etmedikçe insan, yeni okyanuslar keşfedemez.” sözünü sizlerle paylaşmak
istiyorum. Yeni bir kitabı elimize alarak o okyanus arayışına biz de giriyoruz.
Okumaya, anlamaya sonrasındaysa tartışmaya cesaret ediyoruz.
Hiçbir insan
öylesine girmiyor hayatımıza. Hayatıma giren bu güzel arkadaşlarım sayesinde
ben de yeni bir ufuk kazandığımı düşünüyorum. En son okumuş olduğumuz Lâ isimli
kitap da kazanımlarımızdan sadece biri. Ve bence başucu kitabı niteliğinde, her
yaştan okuru etkileyebilecek bir anlatıma sahip. Hepinize kıyıyı gözden
kaybedecek kadar cesaret dolu günler diliyorum.
Eda Kazanç*
İnsan bir başına
bir düşünür,iki düşünür, üçte yine düşünür. Ama hasbihâl eder, fikir edinir, beyin
süzgecinden geçmiş yorumları işitirse bir de düşünür bin de düşünür...
Bin düşünmeme imkân
tanıyan bütün HasBiHâl sakinlerine selam olsun...
Lâ kitabını okumaya
başladığımda sesi kısık, güzel ve yumuşak bir melodi işittiğimi
anımsıyorum.Sonra notaların ayak seslerini duydum. Her bir nota kelimesinin baş
ucuna bir sandalye çekip oturdu.Bir süre onları izledim...
Hepsi yerleştikten
sonra notalar teker teker konuşmaya başladılar.Manâyı çağırıyorlardı... Manâ da
çok yakındaydı bekletmedi onları. Hemen geliverdi. Ama gelen manâ öyle büyük ve
endâmlıydı ki notaların üzerine oturduğunda sandalyelerin ayakları kırılacak
gibi oldu. Baş ucundaki kelimeler ise haykırıyordu:
'Ey manâ ne kadar
büyüksün ve ağırsın! Bu endâmınla üzerimize oturduğunda seni taşımakta
zorlanıyoruz,yoruluyoruz. El insaf !'
Lâ'yı okuduğunuzda
o dev manânın o kelimelere nasıl sığdığına hayret edecek, kelimelerin acısına
şahit olacaksınız...
Dilara Candan*
Kulakları çınlasın, “Aslında hiç kimse kitap
okumuyor, herkes kendi kitabını yazıyor.” demişti iki güzel edebiyat hocamdan
biri… Bundan iki yıl evveldi.
Bir kitaptan bahsetmek, kitabın bize
söylediklerinin yanında, bizim ondan aldıklarımız da demektir aynı zamanda.
…; Şeytan ve Melekler; Cennet, Filbahri
Ağacı, Defneler ve Dünya; Habil ve Kabil; Kör At’ın Annesi ve dahası. Ama benim
için ille de, Lâ: Âdem ve Havva …
Düşündürüyor bana Nazan Hoca: Nesnelere
ve “mucizesizlik”e indirgemekte epey yol kat…ettiğimiz hayatlarımızda, Aşk,
hâLâ hükmünü yürüten bir mânâ. O ki ezelî. O ki Âdem ile Havva’yla dünya
sürgününe uğramış; yorulmuş ve yara almış. O ki yine de ebedî… Yasak meyveye
meyledişte, Filbahri Ağacı’nın gözünün yaşını akıtan O. Meleklere secde ettiren
O.
Havva’ya
“ Bana öyle bir isim ver ki
senin adının yanında dursun.
Seni anan beni de ansın. Seni
hatırlayan beni hatırlamadan olmasın.
Bir “ile” koy aramıza bizi
birbirimize bağlasın. ”
Âdem’e
“ Ey ismimin bütün harfleri, ey
benim benliğim, benliğimin sen’i.
İçimde tecelli bulan lâtif
esmasınca, her ânımın şimdisi. Her gecikmişliğimin telâfisi.
Arttır kelimelerimi. Göster
yüzünü. Cennetlik et beni. ”
dedirten
yine O.
Aşk dedim… Aşk denince arkasından
koşarak gelmesini beklediğim “şiir”i de, öksüz bırakmıyor, sözcüklere bir anne
edâsıyla yaklaşarak sunuyor Nazan Hoca…
Okurken buralardan -ve nereden olursa
olsun- yol alıp en sonunda hep şuraya vardım: Nazan Bekiroğlu okumak çok şey
okumaktır; ama en çok da Aşk okumaktır.
Dilek
Cam*
SUSKUNLAR üzerine …
Kitabın başındaki
Hz.Mevlânâ’nın ‘Kulak eğer gerçeği anlarsa gözdür’ sözünü gördüğümde açıkçası
pek bir anlam çıkaramadım. Sayfaları çevirdikçe Anar’ın hayal ettiren, güldüren
ve düşündüren ama ne anlatmak istediği kesinlikle kolay kavranamayan üslubuyla tanıştım.
Musiki bilgisi ve konuya olan hakimiyetine hayran kaldığım yazar sanki bizden
bulmaca çözmemizi istiyordu. Hakikati kendi tarzıyla ve musiki bilgisiyle
birlikte veren yazarın anlatmak istediklerini, kitabı kapatıp Hz.Mevlânâ’nın
sözünü tekrar hatırladığımızda anlayabiliriz. Kitaptaki göndermeler ilk
okuyuşta anlaşılacak kadar basit değil. Gönderme olduğunun farkına varamazsınız
belki de. Neyse ki bizim kitapları seven ve düşüncelere değer veren HasBiHâl’imiz
var. Gruptaki arkadaşlarla yaptığımız hasbihalde anladım ki İhsan Oktay Anar’ın
Suskunlar’ını bir kez daha okuyup bulmacayı tamamlamalıyım.
Burak Ünübüyük*
Suskunlar,
şaşırtıcı ve etkileyici bir roman. Dürüst olmak gerekirse ilk sayfalarda
zorlandım. Fakat ilerledikçe yazarın üslubu beni kitaba kilitledi. Musikiyi
kitapta ustaca işleyen yazar, bu sanatı sevenler için okunması gereken bir
kitap ortaya koymuş. Dili hem ağır hem sade, yazar bunu mükemmel üslubuna
borçlu. Olaylar, kahramanlar, betimlemeler... Hepsi ustaca işlenmiş. Suskunları
kesinlikle öneriyorum. Ama tavsiyem; uzun zamana yayarak okumayın. Kısa zamanda
bitirin. Size çok şey katacağından eminim.
İ.Ozan GÜNDEMİR*
İ.Ozan GÜNDEMİR*
Suskunlar;
İhsan Oktay Anar tarafından musikinin tam ortasında derince bir yere ustaca
yerleştirilmiş, yeri geliyor okuyanı için ulaşılması zor hale geliyor, yeri
geliyor akıllıca göndermelerle akıllara şüpheler düşürüyor, aynı zamanda emek
ve ilgi bekliyor.Ve bunu fazlasıyla hak ediyor bence. İhsan Oktay Anar;
Sultanahmet’ten başlayan Çemberlitaş, Eminönü, Karaköy, Galata diye devam bir
yolculuğa çıkarıyor bizleri, Eski İstanbul sokaklarında belki dizlerine
vuruyor, usul tutuyor bizim için. Her sokakta başka bir hikayenin şahidi
oluyoruz. Bu hikayeler birbirine bağlı mı peki? Karar bizim. Farklı
yoksunluklar taşıyan bu kişilerin hikayelerinden anlam çıkaracak mıyım peki?
Karar benim.
Merve
Tokatlı*
Her
okuduğunda aynı tadı veren, bununla beraber farklı bir pencereden olaylara
bakmanı sağlayan bir kitap Suskunlar.İlk kez okuduğunda anlayamazsın nasıl olduğunu
ancak giriverirsin o masal alemine.Önce takip edersin Kalın Musa'yı bir hayalet
gibi İstanbul sokaklarında, her köşebaşında yeni bir hikayeyle.Sonra Davut olur
takip ettiğin kişi, sonra Eflatun,sonra Zahir, sonra İbrahim Efendi derken ne
yorulmaya ne de sıkılmaya vaktin kalmadan bulursun kendini gerçek dünyada.Masal
aleminden çıkmışsındır çıkmasına amma geriye aklında bir "şey" kalır
seni tekrar okumaya iten.İkinci kez aldığında kitabı eline sokaklardaki
kişileri daha iyi incelersin,ilkine göre daha yavaş ilerletirsin hikayeyi
hiçbir ayrıntıyı kaçırmamak için,daha farklı olaylar dikkatini çeker derken bir
bakmışsın yine dönmüşsün kendi gerçeklerine.Yine elinde avucunda bir
"şey" kalır seni Suskunlar’a çeken. Böyledir işte Suskunlar’ı
okumak.O tüm sessizliğiyle seni bekler, sen ise hep bir çekimle ona gidersin.
Neslihan
Yüce*
*Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Tıp Fakültesi Öğrencileri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder