9 Temmuz 2015 Perşembe

KİTAP ELEŞTİRİSİ HasBiHâl



HasBiHâl


Biz neyiz neciyiz kimiz?

Üniversite hayatımızın bir köşesinde hatıra olarak has bir hal’imiz olsun diye;
‘Birbirimizden duyacağımız öğreneceğimiz çok şeyimiz var’ ve okuyup konuşulacak kütüphaneler dolusu kitap varken ‘tek başına da olur belki ama birlikte olsa daha güzel olur’ deyip bir araya gelen bir avuç tıp öğrencisiyiz..
Yani; hepimiz birbirimizin hocası hepimiz birbirimizin öğrencisiyiz.. Bir avuç dediğime bakmayın aslında bayağı da bir kişiyiz.. :)
Peki ne yapıyoruz?
Ortalama olarak ayda bir toplanıp önerdiğimiz kitaplardan kura ile seçip okuduğumuz kitabı tartışıp mütalaa ederiz..
Sizlere şimdiye kadar okumuş olduğumuz kitaplar-yazarlar arasından iki tanesini ve grubumuz hakkındaki görüşlerimizi, bir nevi tanıtım amaçlı paylaşmak istiyoruz..

HasBiHâl grubu adına Kadem Koç..*

LÂ: SONSUZLU
K HECESİ üzerine …


André Gide’nin çok sevdiğim ve hayatımın düstûru edindiğim “Kıyıyı gözden kaybetmeye cesaret etmedikçe insan, yeni okyanuslar keşfedemez.” sözünü sizlerle paylaşmak istiyorum. Yeni bir kitabı elimize alarak o okyanus arayışına biz de giriyoruz. Okumaya, anlamaya sonrasındaysa tartışmaya cesaret ediyoruz.
Hiçbir insan öylesine girmiyor hayatımıza. Hayatıma giren bu güzel arkadaşlarım sayesinde ben de yeni bir ufuk kazandığımı düşünüyorum. En son okumuş olduğumuz Lâ isimli kitap da kazanımlarımızdan sadece biri. Ve bence başucu kitabı niteliğinde, her yaştan okuru etkileyebilecek bir anlatıma sahip. Hepinize kıyıyı gözden kaybedecek kadar cesaret dolu günler diliyorum.
                                                                                                                                                             Eda Kazanç*

İnsan bir başına bir düşünür,iki düşünür, üçte yine düşünür. Ama hasbihâl eder, fikir edinir, beyin süzgecinden geçmiş yorumları işitirse bir de düşünür bin de düşünür...
Bin düşünmeme imkân tanıyan bütün HasBiHâl sakinlerine selam olsun...
Lâ kitabını okumaya başladığımda sesi kısık, güzel ve yumuşak bir melodi işittiğimi anımsıyorum.Sonra notaların ayak seslerini duydum. Her bir nota kelimesinin baş ucuna bir sandalye çekip oturdu.Bir süre onları izledim...
Hepsi yerleştikten sonra notalar teker teker konuşmaya başladılar.Manâyı çağırıyorlardı... Manâ da çok yakındaydı bekletmedi onları. Hemen geliverdi. Ama gelen manâ öyle büyük ve endâmlıydı ki notaların üzerine oturduğunda sandalyelerin ayakları kırılacak gibi oldu. Baş ucundaki kelimeler ise haykırıyordu:
'Ey manâ ne kadar büyüksün ve ağırsın! Bu endâmınla üzerimize oturduğunda seni taşımakta zorlanıyoruz,yoruluyoruz. El insaf !'
Lâ'yı okuduğunuzda o dev manânın o kelimelere nasıl sığdığına hayret edecek, kelimelerin acısına şahit olacaksınız...
                                                                                                                                                           Dilara Candan*           

      Kulakları çınlasın, “Aslında hiç kimse kitap okumuyor, herkes kendi kitabını yazıyor.” demişti iki güzel edebiyat hocamdan biri… Bundan iki yıl evveldi.
      Bir kitaptan bahsetmek, kitabın bize söylediklerinin yanında, bizim ondan aldıklarımız da demektir aynı zamanda.
      …; Şeytan ve Melekler; Cennet, Filbahri Ağacı, Defneler ve Dünya; Habil ve Kabil; Kör At’ın Annesi ve dahası. Ama benim için ille de, Lâ: Âdem ve Havva …
      Düşündürüyor bana Nazan Hoca: Nesnelere ve “mucizesizlik”e indirgemekte epey yol kat…ettiğimiz hayatlarımızda, Aşk, hâLâ hükmünü yürüten bir mânâ. O ki ezelî. O ki Âdem ile Havva’yla dünya sürgününe uğramış; yorulmuş ve yara almış. O ki yine de ebedî… Yasak meyveye meyledişte, Filbahri Ağacı’nın gözünün yaşını akıtan O. Meleklere secde ettiren O.
       Havva’ya
             “   Bana öyle bir isim ver ki senin adının yanında dursun.
                 Seni anan beni de ansın. Seni hatırlayan beni hatırlamadan olmasın.                                                           
                 Bir “ile” koy aramıza bizi birbirimize bağlasın.  ”
       Âdem’e
              “  Ey ismimin bütün harfleri, ey benim benliğim, benliğimin sen’i.
                  İçimde tecelli bulan lâtif esmasınca, her ânımın şimdisi. Her gecikmişliğimin telâfisi.
                 Arttır kelimelerimi. Göster yüzünü. Cennetlik et beni.  ”
dedirten yine O.
       Aşk dedim… Aşk denince arkasından koşarak gelmesini beklediğim “şiir”i de, öksüz bırakmıyor, sözcüklere bir anne edâsıyla yaklaşarak sunuyor Nazan Hoca…
       Okurken buralardan -ve nereden olursa olsun- yol alıp en sonunda hep şuraya vardım: Nazan Bekiroğlu okumak çok şey okumaktır; ama en çok da Aşk okumaktır.                                            
                                                                                                                                                             Dilek Cam*

SUSKUNLAR üzerine …


Kitabın başındaki Hz.Mevlânâ’nın ‘Kulak eğer gerçeği anlarsa gözdür’ sözünü gördüğümde açıkçası pek bir anlam çıkaramadım. Sayfaları çevirdikçe Anar’ın hayal ettiren, güldüren ve düşündüren ama ne anlatmak istediği kesinlikle kolay kavranamayan üslubuyla tanıştım. Musiki bilgisi ve konuya olan hakimiyetine hayran kaldığım yazar sanki bizden bulmaca çözmemizi istiyordu. Hakikati kendi tarzıyla ve musiki bilgisiyle birlikte veren yazarın anlatmak istediklerini, kitabı kapatıp Hz.Mevlânâ’nın sözünü tekrar hatırladığımızda anlayabiliriz. Kitaptaki göndermeler ilk okuyuşta anlaşılacak kadar basit değil. Gönderme olduğunun farkına varamazsınız belki de. Neyse ki bizim kitapları seven ve düşüncelere değer veren HasBiHâl’imiz var. Gruptaki arkadaşlarla yaptığımız hasbihalde anladım ki İhsan Oktay Anar’ın Suskunlar’ını bir kez daha okuyup bulmacayı tamamlamalıyım.
                                                                                                                                                          Burak Ünübüyük*

Suskunlar, şaşırtıcı ve etkileyici bir roman. Dürüst olmak gerekirse ilk sayfalarda zorlandım. Fakat ilerledikçe yazarın üslubu beni kitaba kilitledi. Musikiyi kitapta ustaca işleyen yazar, bu sanatı sevenler için okunması gereken bir kitap ortaya koymuş. Dili hem ağır hem sade, yazar bunu mükemmel üslubuna borçlu. Olaylar, kahramanlar, betimlemeler... Hepsi ustaca işlenmiş. Suskunları kesinlikle öneriyorum. Ama tavsiyem; uzun zamana yayarak okumayın. Kısa zamanda bitirin. Size çok şey katacağından eminim.
                                                                                                                                                        İ.Ozan GÜNDEMİR*

Suskunlar; İhsan Oktay Anar tarafından musikinin tam ortasında derince bir yere ustaca yerleştirilmiş, yeri geliyor okuyanı için ulaşılması zor hale geliyor, yeri geliyor akıllıca göndermelerle akıllara şüpheler düşürüyor, aynı zamanda emek ve ilgi bekliyor.Ve bunu fazlasıyla hak ediyor bence. İhsan Oktay Anar; Sultanahmet’ten başlayan Çemberlitaş, Eminönü, Karaköy, Galata diye devam bir yolculuğa çıkarıyor bizleri, Eski İstanbul sokaklarında belki dizlerine vuruyor, usul tutuyor bizim için. Her sokakta başka bir hikayenin şahidi oluyoruz. Bu hikayeler birbirine bağlı mı peki? Karar bizim. Farklı yoksunluklar taşıyan bu kişilerin hikayelerinden anlam çıkaracak mıyım peki? Karar benim.
                                                                                                                                                              Merve Tokatlı*

Her okuduğunda aynı tadı veren, bununla beraber farklı bir pencereden olaylara bakmanı sağlayan bir kitap Suskunlar.İlk kez okuduğunda anlayamazsın nasıl olduğunu ancak giriverirsin o masal alemine.Önce takip edersin Kalın Musa'yı bir hayalet gibi İstanbul sokaklarında, her köşebaşında yeni bir hikayeyle.Sonra Davut olur takip ettiğin kişi, sonra Eflatun,sonra Zahir, sonra İbrahim Efendi derken ne yorulmaya ne de sıkılmaya vaktin kalmadan bulursun kendini gerçek dünyada.Masal aleminden çıkmışsındır çıkmasına amma geriye aklında bir "şey" kalır seni tekrar okumaya iten.İkinci kez aldığında kitabı eline sokaklardaki kişileri daha iyi incelersin,ilkine göre daha yavaş ilerletirsin hikayeyi hiçbir ayrıntıyı kaçırmamak için,daha farklı olaylar dikkatini çeker derken bir bakmışsın yine dönmüşsün kendi gerçeklerine.Yine elinde avucunda bir "şey" kalır seni Suskunlar’a çeken. Böyledir işte Suskunlar’ı okumak.O tüm sessizliğiyle seni bekler, sen ise hep bir çekimle ona gidersin.
                                                                                                                                                              Neslihan Yüce*




                                                       *Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğrencileri

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder