YALNIZ
Bakma bana öyle duvardan,
Evet yalnızlık tek dostum.
Bir fotoğraf ve bir kaç anı,
Koyacak yer bulamıyorum
Hüzün birikmiş bavul bavul.
Yalnızlık sinmiş üstüme günden güne.
Taşınmak zor bu hayattan.
Hem kimsenin gücü yetmez kimsenin yüküne.
Kalabalıkta
yalnız bir adam. Başı iki elinin arasında. Düşünüyor. İnsanlarla
göz göze gelmekten kaçınıyor. Denizin en derin yeri kadar mavi gözleri, sabit
bir noktaya kilitlenmiş ve kimseyi umursamıyor. Yanına oturan insanlardan,
ayakta duran insanlardan soru soran ve cevap veren insanlardan haberi yok.
Gözlerine bir düşünce yer etmiş ki konuşsa bu kadar güzel anlatamazdı.
Gözlerindeki düşünce görmesine ağlamasına engel oluyor. Her şeye engel olan ve
her şeye sebep olan o düşünce yalnızlık. Kopmuş bir buz dağı gibi sessiz ve çaresiz,
tutunacak bir yeri yok. Her gün biraz daha eriyor, küçülüyor. Vücudundan kopan
parçaları bile düşmanı olmuş. Yalnız ölmekten mi korkuyor acaba. Bence yersiz
bir korku bu çünkü kimse yalnız ölmez. Zira Azrail olacak ya yanımızda. Azrail’i
kimseden saymamak da ayıp olur. Bence korkusu yalnız ölmek değil, yalnız
yaşamak. En zor olanıdır uyanmaların, uyumaların, gülmelerin, ağlamaların.
Kahvaltıda hep bir bardak olur masada, bulaşık çabuk birikmez, yaptığınız
yemeği uzun süre bitiremezsiniz. Karıncadan dost edinir, balıklara derdinizi
anlatırsınız. Balıkları ve karıncaları küçümsediğimden değil ama zordur böyle
dostlarla uzun süre dost kalmak. Birde duvarda ki dostlarımız vardır,
hatırladınız mı? Sessizce izlerler sizi, hiç tepki vermeden. Her şeyi biliyor
gibi de bir tavır takınır ve sessizce sadece izlerler. Hepimizin vardır
duvardan bakanları.
Bu
adamda farklı olan ne var anlayamadım ama hemen fark ediliyor. Ya da ben abarttım. Belki de çok normal biri.
Sanki herkesi tanıyormuş da herkese dargınmış gibi bakıyor. Sert değildi
bakışları kırgındı sadece. Sanki insanlardan korkuyordu. Bir an için bu adam
kim diye düşündüm. Kimdi bu adam?
Parmağında yüzük yoktu o zaman evli de değildi. Kısa boylu, sıska bir yapısı vardı. Öyle ki üzerindeki mont
ağır geliyordu Elleri nasırlı değildi
ağır bir işte çalışıyor olamazdı. Gözlerinde masmavi bir hüzün gölü
vardı. Akacak bir yol bulamamış birikmişte birikmişti. Ceketinin cebinde
bir fotoğraf gördüm. Bir düğün fotoğrafıydı
bu. İkiye katlanmış oldukça eskiydi. Çok yıpranmıştı.
Her
ne olduysa bir kıpırtı oldu. Ani bir hareketle kalktı hiç kalmayacak sandığım
yerinden ve bir yere geç kalmış gibi hızlı adımlarla ilerledi. Bir şey unutmuş
gibi geri dönecek oldu ama kısa bir duraklamadan sonra yoluna devam etti.
Aslında bir şey unutmuştu. Unutmamıştı, yani bilerek bırakmıştı. Siyah bir
poşet, içinde ne var anlaşılmıyordu. Büyük bir şeydi. Sanki bir kutuydu. Epey
uzaklaştı. Gözden kayboldu. Bu poşetin içinde belki de bir kimsenin bu dünyada
bıraktığı son emanet vardı. Kimseye verememişti ama kendisi de daha fazla
saklayamamıştı. Ağır gelmişti artık yükü. Bir poşet bazen koca bir hayatı içine
alabilir mi? Bu sorunun cevabını bilmiyorum. Cevabını öğrenmek de istemediğim
bir soru bu.
Bir
süre sonra nefes nefese bitkin bir halde koşarak geri geldi. Poşeti açtı ve
içinden bir birine bağlı iki alyans çıkardı. Öptü ve sımsıkı sardı. Biliyorum o
iki alyans yalnız adam için bir değil iki ömür demek. İki ömürde yaşamak
istemeyen bir yalnız için çok ağır bir yüktür. Çünkü öyle bir yalnızlığa iki
hayat zor sığar.
İşte
bu yalnız henüz yazılmamış bir romanın kahramanı. Tıpkı hepimiz gibi. Evet
hepimiz yazılmamış bir romanın kahramanı değil miyiz? Bekliyoruz biri bizi de
roman kahramanı yapsın diye. Bence kendi romanınızı kendiniz yazın ve kahramanı
da kendiniz olun. Unutmayın kimse romanına kendinden başka bir kahraman seçmez.
Yapmanız gereken tek şey yazmak. Yaşadıklarınızı ve yaşamak istediklerinizi.
Her roman böyle filizlenir.
Yunus
Emre MAZLUM
AVUKAT
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder