5 Temmuz 2015 Pazar

DENEME BİR DEĞİŞİME TESLİMİYET YAZISI


BİRDEĞİŞİME TESLİMİYET YAZISI


   Kendini tanımak dediğimiz şey, çölde kar yağması kadar olanaksız, güneşin yıkadığı gece kadar çaresiz ve kırık bir kılıcın şövalyesi kadar umutsuz…

  Biçare, kısır bir döngü bu. Zira ruhlarımız gözlerimizi her kırptığımızda değişen bir manzara gibi. Her defasında uyum sağlamak, değişen, hiç durmadan değişen, fikirleri kabul etmek, kalıplardan kurtulup eski benliklerimizin verdiği kararların söylediği sözlerin yükünü taşımak o denli zor ki içimizdeki bir şeylerin rotasını değiştirdiğini her hissettiğimizde dehşete kapılıyoruz.

  Ruhumuzu nefes aldığımız her an farklı renklere boyayan bu muazzam gücün tetikleyicisi ise gülünç derece küçük şeyler oluyor. Bir çırpıda okunan bir kitap, uzun, değerli sohbetler, insanı iliklerine kadar titreten melodiler yahut içinde boğulma isteği uyandıran sessiz, mükemmel yalnızlıklar...

    Evet, böylesine küçük şeyler bizi dönüşü olmamak üzere değiştirebiliyor.  Öyle ki dünkü benliklerimiz büzüşüp kalıyor zihnimizin en kuytu köşelerinde.  Değişim böylesine mağlup ediyor insanı. Üstüne basmadan ezip geçiyor.

   Hal böyleyken ruha keşfe gönderdiğimiz her birlik şehit, her gemi alabora oluyor. Benim askerlerim kelimelerdi, belki de birçoğunuz gibi. Sayfalarca yazdım bu hayırsız hazine avı için. Kısa zaferlerimin tadı ruhumun başka bir evresine kadardı. Bu iç karmaşanın ortasında utançla çekiyorum beyaz bayrağımı şimdi.  Ruhun değişken havasına kaybedenlerdenim ben.

    Keşke her gün ruhumuza teslimiyetimiz kadar beyaz olsa.

     Tüm değişimler bir dalga olup silse hayat kumsalındaki ayak izlerimizi… Fakat aksine bu değişimler küstah birer tanıdık gibi yüzümüze vuruyor kendinden öncekileri.

   Keşke şu andan öncesi diye bir kavram olmasa.

    Çünkü ben her saniyede yeniden doğduğumu hissetmek istiyorum. Her şeyi ilk defa görüyormuş gibi hissettiğim zamanlardaki coşkuyu, nazarım güzelliklere her değdiğinde yeniden duyumsamayı arzuluyorum. Varlığım dâhil her şeyin ambalajından çıkmamış kadar yeni olduğu zamanlara dönmektir hayalim. Zaten en güzel dünya bebeklerin gözündeki değil midir?

   Kalemimden çıkan tüm bu pişmanlık kokan kelimelere göre değişimler insanı kendini keşfetmekten men ediyor.  Öte yandan bu değişimler insanın kendini irdelemesindeki en önemli etken. Çünkü soru işaretleri koyuyor aciz dimağımıza. Ve bizler de ışığın peşindeki pervaneler gibi kovalıyoruz bu soru işaretlerini.

   Yani değişim, insanın kişiliğine yolculuğundaki yol arkadaşı ve ayağındaki çıban, kokusu mest eden bir gül ve dikeni, ışık kaynağı ve sonsuz karanlığı…

   İşte böylesine bir dilemma insanın içinde bulunduğu.  Böyle şartlarda insanın kendini tanımakta zorlanması o kadar tabii ki pes etmemek işten değil.

  Yine de o malum soru işaretlerinin arkasında bıraktığı karşı konulmaz merak, bir adım daha atmaya zorluyor bizi.  Kurtuluşa ve yok oluşa bir adım daha…

   Çünkü nasıl bir hokkabazın büyüleyici hareketlerinin, gizemleri çözülünce bir değeri kalmıyorsa insan denilen mahlûkatta çözülmemiş sırları olmayınca dümdüz, sıkıcı bir ovaya benziyor. Ve yavaş yavaş yok olmaya bırakıyor kendini. Belki de yaşlısı genci sırf artık sırları olmadığı için ölüyor.

  Uzun lafın kısası, insan soru işaretleriyle güzel azizim. Her bir ağacı farklı bir gizem olan ormanlar gibiyken güzel. Kendini tanıyamaz; tanımaya, keşfetmeye çalışırken hatta bu dipsiz kuyuda boğulurken güzel. Değişimlerin sancılarını yüreğinde hissederken güzel.

    En çok da bu yolun yolcusu olduğu için güzel.

Merve Safa ARİFOĞLU
9.sınıs öğrencisi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder