BİRDEĞİŞİME TESLİMİYET YAZISI
Kendini tanımak dediğimiz şey, çölde kar
yağması kadar olanaksız, güneşin yıkadığı gece kadar çaresiz ve kırık bir
kılıcın şövalyesi kadar umutsuz…
Biçare, kısır bir döngü bu. Zira ruhlarımız
gözlerimizi her kırptığımızda değişen bir manzara gibi. Her defasında uyum
sağlamak, değişen, hiç durmadan değişen, fikirleri kabul etmek, kalıplardan
kurtulup eski benliklerimizin verdiği kararların söylediği sözlerin yükünü
taşımak o denli zor ki içimizdeki bir şeylerin rotasını değiştirdiğini her
hissettiğimizde dehşete kapılıyoruz.
Ruhumuzu nefes aldığımız her an farklı
renklere boyayan bu muazzam gücün tetikleyicisi ise gülünç derece küçük şeyler
oluyor. Bir çırpıda okunan bir kitap, uzun, değerli sohbetler, insanı
iliklerine kadar titreten melodiler yahut içinde boğulma isteği uyandıran
sessiz, mükemmel yalnızlıklar...
Evet, böylesine küçük şeyler bizi dönüşü
olmamak üzere değiştirebiliyor. Öyle ki
dünkü benliklerimiz büzüşüp kalıyor zihnimizin en kuytu köşelerinde. Değişim böylesine mağlup ediyor insanı.
Üstüne basmadan ezip geçiyor.

Keşke her gün ruhumuza teslimiyetimiz kadar
beyaz olsa.
Tüm değişimler bir dalga olup silse hayat
kumsalındaki ayak izlerimizi… Fakat aksine bu değişimler küstah birer tanıdık
gibi yüzümüze vuruyor kendinden öncekileri.
Keşke şu andan öncesi diye bir kavram
olmasa.
Çünkü ben her saniyede yeniden doğduğumu
hissetmek istiyorum. Her şeyi ilk defa görüyormuş gibi hissettiğim zamanlardaki
coşkuyu, nazarım güzelliklere her değdiğinde yeniden duyumsamayı arzuluyorum.
Varlığım dâhil her şeyin ambalajından çıkmamış kadar yeni olduğu zamanlara
dönmektir hayalim. Zaten en güzel dünya bebeklerin gözündeki değil midir?
Kalemimden çıkan tüm bu pişmanlık kokan
kelimelere göre değişimler insanı kendini keşfetmekten men ediyor. Öte yandan bu değişimler insanın kendini
irdelemesindeki en önemli etken. Çünkü soru işaretleri koyuyor aciz dimağımıza.
Ve bizler de ışığın peşindeki pervaneler gibi kovalıyoruz bu soru işaretlerini.
Yani değişim, insanın kişiliğine
yolculuğundaki yol arkadaşı ve ayağındaki çıban, kokusu mest eden bir gül ve
dikeni, ışık kaynağı ve sonsuz karanlığı…
İşte böylesine bir dilemma insanın içinde
bulunduğu. Böyle şartlarda insanın
kendini tanımakta zorlanması o kadar tabii ki pes etmemek işten değil.
Yine de o malum soru işaretlerinin arkasında
bıraktığı karşı konulmaz merak, bir adım daha atmaya zorluyor bizi. Kurtuluşa ve yok oluşa bir adım daha…
Çünkü nasıl bir hokkabazın büyüleyici
hareketlerinin, gizemleri çözülünce bir değeri kalmıyorsa insan denilen mahlûkatta
çözülmemiş sırları olmayınca dümdüz, sıkıcı bir ovaya benziyor. Ve yavaş yavaş
yok olmaya bırakıyor kendini. Belki de yaşlısı genci sırf artık sırları
olmadığı için ölüyor.
Uzun lafın kısası, insan soru işaretleriyle
güzel azizim. Her bir ağacı farklı bir gizem olan ormanlar gibiyken güzel.
Kendini tanıyamaz; tanımaya, keşfetmeye çalışırken hatta bu dipsiz kuyuda
boğulurken güzel. Değişimlerin sancılarını yüreğinde hissederken güzel.
En çok da bu yolun yolcusu olduğu için
güzel.
Merve Safa ARİFOĞLU
9.sınıs öğrencisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder