10 Temmuz 2015 Cuma

HİKAYE GEÇMİŞE ATILAN GERÇEKLER





GEÇMİŞE ATILAN GERÇEKLER


   Günler sekiz Mayısı gösteriyordu. Ünlü fizikçi Clara Davidson Nobel adaylığı açıklandığından beri uyuyamıyordu, gözüne uyku girmiyordu. İki yıl önce kazada kaybettiği oğlunun ve yıllar önce rahmetli olan babasının da bu günleri görebilmesini çok isterdi. Babası bir gönüllü doktordu. Savaş yüzünden zarar görmüş farklı ten rengine sahip, ayrı dili konuşan ama yüreği sıcacık birçok savaş mağdurunun doktorluğunu yapmıştı. Clara arkadaşlarından tebrik kartları alıyor, adeta posta kutusuna mektup yağıyordu. Gelen mektuplardan biri çok ilgisini çekmişti. '' Kızım bugün çok mutlu olduğunu hissedebiliyorum. Ama ülkendeki insanların bugün sana çok ihtiyaçları var. Git ve onları mutlu et_ Baban.'' diye bir mektuptu bu. Bu not genç kadını adeta deliye çevirmişti. Evin içinde bir süre dönüp durdu. Bu nasıl olmuştu. Yıllar önce kaybettiği babası nasıl ona bu notu gönderebilmişti. Sonra kutudaki bütün mektupları açtı. Bir sürü tebrik kartının ardından aynı zarftan bir tane daha buldu ve okumaya koyuldu. Şimdiki notunda babası açıklamıştı her şeyi. ''Git kızım diyordu, ne olur git. Yıllar önce beni çeken bir şey vardı senin ülkene. Ömrümün son saatlerinde yine aynı hissi yaşıyorum. Senin bu kadar başarılı bir kadın olacağını seni ilk gördüğüm an anlamıştım. O yüzden yazıyorum sana bunları. Onu ancak sen kurtarabilirsin...''

   Clara, adının Aeesha FAYAZ olduğu günleri, ülkesini hatırladı. Şehrin göbeğindeki evlerini, evin önündeki onlarca ağacı, büyük bahçeyi... Her ayrıntıyı hatırlamaya çalışıyordu; ama olmuyordu. Bu kadar mı uzaklaşmıştı benliğinden. Birden dünyanın en bencil insanı olduğunu düşündü. Birkaç saat sonra havaalanına doğru yola çıktı. Uçağa bindiğinde evde geçirdiği sıkıntılı dakikaları anımsadı ve uçağa bindiğine bir kez daha sevindi. Her gün ölümler oluyor, bebekler, çocuklar annesiz babasız bırakılıyordu. Bu hadiseleri ancak gazetelerden takip edebiliyordu. Şimdi bu hadiseleri yakından görmek, ülkesine olan borcunu ödemek için son fırsattı bunları görmek. Havaalanına yirmi kilometreydi şehir merkezi. Merkeze gelince donup kaldı. Hafızası onu bu kadar yanıltıyor olamazdı. İlk olarak eskiden hastane olan şimdilerde bir harabeden farksız yapıyı gördü. Babası ile ilk bu hastanede karşılaşmışlardı. O yıllarda savaş daha yeni başlamıştı. ''FAYAZ'' ailesi ülkenin ileri gelen ailelerindendi. Babası Abdullah FAYAZ ünlü bir siyasetçiydi. Annesi Nermina ise öğretmendi. Annesine ait hafızasında pek bir şey yoktu. Annesini yeşil gözlü, esmer, solgun yüzlü bir kadın olarak hatırlardı. O günü de aklından çıkaramıyordu. Henüz beş yaşındaydı. Arkadaşları ile mahalle de oyunlar oynardı. Yine arkadaşları ile oynadığı bir gündü. Arkadaşı ip atlamak istediğini söyledi. Aeesha da ip atlamak için bahçeye girdi. Gördüğü manzara ile bir feryat kopardı. Herkes yanına koştu. Annesi arka bahçedeki çınar ağacına kendini asmıştı. Gördüğü manzara karşısında dondu kaldı. Bacakları, elleri, dudakları adeta kilitlenmişti. Teyzesi hemen yanına geldi. Konuşturmaya çalıştı ama başaramadı. Kız üç hafta konuşmadı. Üç hafta sonunda annesinin neden orada olduğunu sordu. Teyzesi de annesinin gökyüzünde olduğunu söyledi. Ve bir daha gelemeyeceğini de açıkladı ona. Annesini kaybettikten bir ay sonra babası ile teyzesi evlendi. Clara ancak olgun bir kadınken olanların farkına varabiliyordu. Bu şehre geldikten bir hafta sonra gidebildi evlerine. Allah'ım! gördüğü ev ailesi ile yıllar önce yaşadığı ev değildi. Buraya ev demek bile doğru değildi. İçerisinde sokak köpeklerinin mesken tuttuğu odalar olan bir harabeydi. Bahçeye çıktığında gözyaşları sanki hep bu anı bekliyormuş gibi gün yüzüne çıkıverdi. Babasının öldürüldüğü yeri görünce yere kapandı ve hıçkırıklara boğuldu. Evden sonra; babası öldükten sonra kalmak zorunda kaldığı yurtta buldu kendini. Yurt yılların etkisiyle daha kasvetli daha soğuk bir havaya bürünmüştü. Savaş sanki bu çocukların ruhunu da neşesini de öldürmüştü. Yurtta koşup oynamıyor sadece yaralı ruhları ile etrafı süzüyorlardı. Yurttan çıktığında vücudu yanmış küçük bir kız, köpeğiyle beraber bekliyordu. Çocuğun yanındaki köpek hastaydı, her yerinden irinler akıyordu ve tüyleri döküktü. Küçük kız gözleri önünde bir anda bayıldı. Genç kadın şu anda Clara mıydı yoksa  Aeesha mıydı bilmiyordu. O olgun, katı kadın gitmiş yerine hayat dolu, saf temiz küçük Aeesha gelmişti. Bayılan küçüğü kendi otel odasına götürdü. Köpeğinin yaralarını temizledi. Küçük kıza pansuman yaptı. Kız gün geçtikçe daha da kötüleşiyordu. Clara Davidson kararlıydı. Kıza evinde bakacak, onu hastaneye götürecekti. Burada yaşarsa, daha uzun sürmezdi bu durum. Bu küçük cana bir hafta da öyle bağlanmıştı ki... Ertesi sabah saat yedi gibi kalktı kıza pansuman yapıp sütünü verecekti. Ama o küçük beden bir daha uyanamadı.

   Birkaç haftanın sonunda bir mektup aldı. Birinden mektup aldığına ilk defa bu kadar sevinindi. Bu mektup yalnızlığına bir derman oldu. ''Kızım senle karşılaştığım ilk an gökyüzüne olan merakını sormuştum. Sen de anneni aradığını ve mutlaka bulacağını söylemiştin. Dünyanın senin gibi saf yüreklere ihtiyacı olduğunu düşündüm. Yıllar geçtikçe daha da bağlandım sana. En sonunda sen benim benliğimdin bir süre sonra... Bana anlattığın gibi o küçük kıza da gökyüzünü anlat olur mu?'' Babası ilk kez yanılmıştı. Clara küçük kıza gökyüzünü anlatamayacaktı. Artık ne Clara ne de küçük kız yaşıyordu. Clara'nın cansız bedeni o saatlerde evlerinin önündeki çınar ağacında sallanmaktaydı.
                                                                           

                                                                                                                                       Gaye BAŞAR                                                                                                                                                11-B 142

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder