GEÇMİŞE ATILAN GERÇEKLER
Günler sekiz Mayısı
gösteriyordu. Ünlü fizikçi Clara Davidson Nobel adaylığı açıklandığından beri
uyuyamıyordu, gözüne uyku girmiyordu. İki yıl önce kazada kaybettiği oğlunun ve
yıllar önce rahmetli olan babasının da bu günleri görebilmesini çok isterdi.
Babası bir gönüllü doktordu. Savaş yüzünden zarar görmüş farklı ten rengine
sahip, ayrı dili konuşan ama yüreği sıcacık birçok savaş mağdurunun
doktorluğunu yapmıştı. Clara arkadaşlarından tebrik kartları alıyor, adeta
posta kutusuna mektup yağıyordu. Gelen mektuplardan biri çok ilgisini çekmişti.
'' Kızım bugün çok mutlu olduğunu hissedebiliyorum. Ama ülkendeki insanların
bugün sana çok ihtiyaçları var. Git ve onları mutlu et_ Baban.'' diye bir
mektuptu bu. Bu not genç kadını adeta deliye çevirmişti. Evin içinde bir süre
dönüp durdu. Bu nasıl olmuştu. Yıllar önce kaybettiği babası nasıl ona bu notu
gönderebilmişti. Sonra kutudaki bütün mektupları açtı. Bir sürü tebrik kartının
ardından aynı zarftan bir tane daha buldu ve okumaya koyuldu. Şimdiki notunda
babası açıklamıştı her şeyi. ''Git kızım diyordu, ne olur git. Yıllar önce beni
çeken bir şey vardı senin ülkene. Ömrümün son saatlerinde yine aynı hissi
yaşıyorum. Senin bu kadar başarılı bir kadın olacağını seni ilk gördüğüm an
anlamıştım. O yüzden yazıyorum sana bunları. Onu ancak sen kurtarabilirsin...''
Clara, adının Aeesha FAYAZ
olduğu günleri, ülkesini hatırladı. Şehrin göbeğindeki evlerini, evin önündeki
onlarca ağacı, büyük bahçeyi... Her ayrıntıyı hatırlamaya çalışıyordu; ama
olmuyordu. Bu kadar mı uzaklaşmıştı benliğinden. Birden dünyanın en bencil
insanı olduğunu düşündü. Birkaç saat sonra havaalanına doğru yola çıktı. Uçağa
bindiğinde evde geçirdiği sıkıntılı dakikaları anımsadı ve uçağa bindiğine bir
kez daha sevindi. Her gün ölümler oluyor, bebekler, çocuklar annesiz babasız
bırakılıyordu. Bu hadiseleri ancak gazetelerden takip edebiliyordu. Şimdi bu
hadiseleri yakından görmek, ülkesine olan borcunu ödemek için son fırsattı bunları
görmek. Havaalanına yirmi kilometreydi şehir merkezi. Merkeze gelince donup
kaldı. Hafızası onu bu kadar yanıltıyor olamazdı. İlk olarak eskiden hastane
olan şimdilerde bir harabeden farksız yapıyı gördü. Babası ile ilk bu hastanede
karşılaşmışlardı. O yıllarda savaş daha yeni başlamıştı. ''FAYAZ'' ailesi
ülkenin ileri gelen ailelerindendi. Babası Abdullah FAYAZ ünlü bir
siyasetçiydi. Annesi Nermina ise öğretmendi. Annesine ait hafızasında pek bir
şey yoktu. Annesini yeşil gözlü, esmer, solgun yüzlü bir kadın olarak hatırlardı.
O günü de aklından çıkaramıyordu. Henüz beş yaşındaydı. Arkadaşları ile mahalle
de oyunlar oynardı. Yine arkadaşları ile oynadığı bir gündü. Arkadaşı ip
atlamak istediğini söyledi. Aeesha da ip atlamak için bahçeye girdi. Gördüğü manzara
ile bir feryat kopardı. Herkes yanına koştu. Annesi arka bahçedeki çınar
ağacına kendini asmıştı. Gördüğü manzara karşısında dondu kaldı. Bacakları,
elleri, dudakları adeta kilitlenmişti. Teyzesi hemen yanına geldi. Konuşturmaya
çalıştı ama başaramadı. Kız üç hafta konuşmadı. Üç hafta sonunda annesinin
neden orada olduğunu sordu. Teyzesi de annesinin gökyüzünde olduğunu söyledi.
Ve bir daha gelemeyeceğini de açıkladı ona. Annesini kaybettikten bir ay sonra
babası ile teyzesi evlendi. Clara ancak olgun bir kadınken olanların farkına
varabiliyordu. Bu şehre geldikten bir hafta sonra gidebildi evlerine. Allah'ım!
gördüğü ev ailesi ile yıllar önce yaşadığı ev değildi. Buraya ev demek bile
doğru değildi. İçerisinde sokak köpeklerinin mesken tuttuğu odalar olan bir
harabeydi. Bahçeye çıktığında gözyaşları sanki hep bu anı bekliyormuş gibi gün
yüzüne çıkıverdi. Babasının öldürüldüğü yeri görünce yere kapandı ve
hıçkırıklara boğuldu. Evden sonra; babası öldükten sonra kalmak zorunda kaldığı
yurtta buldu kendini. Yurt yılların etkisiyle daha kasvetli daha soğuk bir
havaya bürünmüştü. Savaş sanki bu çocukların ruhunu da neşesini de öldürmüştü.
Yurtta koşup oynamıyor sadece yaralı ruhları ile etrafı süzüyorlardı. Yurttan
çıktığında vücudu yanmış küçük bir kız, köpeğiyle beraber bekliyordu. Çocuğun
yanındaki köpek hastaydı, her yerinden irinler akıyordu ve tüyleri döküktü.
Küçük kız gözleri önünde bir anda bayıldı. Genç kadın şu anda Clara mıydı yoksa
Aeesha mıydı bilmiyordu. O olgun, katı
kadın gitmiş yerine hayat dolu, saf temiz küçük Aeesha gelmişti. Bayılan küçüğü
kendi otel odasına götürdü. Köpeğinin yaralarını temizledi. Küçük kıza pansuman
yaptı. Kız gün geçtikçe daha da kötüleşiyordu. Clara Davidson kararlıydı. Kıza
evinde bakacak, onu hastaneye götürecekti. Burada yaşarsa, daha uzun sürmezdi
bu durum. Bu küçük cana bir hafta da öyle bağlanmıştı ki... Ertesi sabah saat
yedi gibi kalktı kıza pansuman yapıp sütünü verecekti. Ama o küçük beden bir
daha uyanamadı.
Birkaç haftanın sonunda bir
mektup aldı. Birinden mektup aldığına ilk defa bu kadar sevinindi. Bu mektup
yalnızlığına bir derman oldu. ''Kızım senle karşılaştığım ilk an gökyüzüne olan
merakını sormuştum. Sen de anneni aradığını ve mutlaka bulacağını söylemiştin.
Dünyanın senin gibi saf yüreklere ihtiyacı olduğunu düşündüm. Yıllar geçtikçe
daha da bağlandım sana. En sonunda sen benim benliğimdin bir süre sonra... Bana
anlattığın gibi o küçük kıza da gökyüzünü anlat olur mu?'' Babası ilk kez
yanılmıştı. Clara küçük kıza gökyüzünü anlatamayacaktı. Artık ne Clara ne de
küçük kız yaşıyordu. Clara'nın cansız bedeni o saatlerde evlerinin önündeki
çınar ağacında sallanmaktaydı.
Gaye
BAŞAR 11-B 142
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder