BİR KÖRÜN RÜYASI
Dereden gelen suyun şırıltısı kulaklarıma doluyor,
ince bir tını halinde iç dünyama aksediyordu. Tüm zamanların musikisi sanki bir
araya toplanmış, birleşip bu küçük ama yapayalnız derenin sularında en güzel
sesleri çıkarmak için olanca hissiyle doğaya can veriyor, kuşların
şakırdılarına yardımcı olan bir ilham aynası gibi, gökyüzünün tüm benliğini,
muhteşemliğini benim göremeyen fani gözlerime bile yansıtmayı başarıyordu.
Doğuştan göremeyen bu iki göz, kimi zaman bana pek bir ağır gelir kimi zaman da
tüm bu muhteşemliği görmemi engelleyen kara bir perde gibi çekilirdi
ufuklarıma. Lakin bana teselli veren tek dost şu yanımda akan ama asla biçimini
göremediğim dereydi. Aslında o da beni hiç görmedi. Çünkü beni gördüğünü hiç
görmedim.
Küçükken buraya gelir sadece ve sadece onu
dinlerdim. Çok defa annem ve babamla buraya gelmiş hoşça vakit geçirmiştim. Bu
sayede burayı gözlerim görmeden de seçebiliyordum. Belli bir yaştan sonra
buraya tek başıma gelip gittiğimi gören annem, birçok kez beni takip etmişti.
Ne de olsa daha altı yaşındaydım. Buraya niçin geldiğimi merak ediyordu. Benden
tatmin olana dek bunu sürdürdü. Kim bilir? Belki de şu anda da arkamdadır.
Ben yeşili hiç görmeden bildim, sarıyı hiç
görmeden, pembeye hiç bakmadan… Yeşil; yapraktı. Dokununca damarlarından
tanırdım. Sarı; güneşti. İliğime işleyen sıcağından bellidir o da. Pembe ise
umuttur. Onu da umut etmekten bıkmayan, şu iki gözümden tanırım. Zaman benim için hiç var olmadı. Çünkü ben
güneşin doğuşunu da batışını da hiç görmedim. Sahi bu insanlar ne
anlatıyorlardı?
Şimdi buraya gelmiş elime gelen şeylerin ne
olduğunu tahmin etmeye çalışıyordum. Çimenler ellerimi gıdıklıyor, ısırgan
otları ise acımasızca canımı yakıyordu. Elime gelen her şeyi hayal etmeye
çalışıyordum. Bazen elime mis kokulu çiçekler geliyordu. Bazen de küçük
karıncalarla yüzleşiyordum. Suyun şırıltısına fazla yaklaşmıyor, düşmekten
çekiniyordum. Bir süre sonra derenin şırıltısını duyamadığımı fark ettim. Ayağa
kalktım. Çok uzaklaşmış olacağım, ilk adımımda kendimi bir çukurda buldum.
Akşam olduğunda köylüler beni aramaya
çıkmışlar. İlk önce dereden başlamışlar aramaya. Sonuçta boğulmuş
olabilirmişim. Annem ve babamdaki endişeyi hissedebiliyordum. Belki de beni en
çok seven insanlar onlardı. Köyümdeki diğer insanlar da bana iyi davranırlardı.
Ama ben onların bu davranışlarını bana acımalarına bağlıyordum.
Hata bir keresinde evimize misafir gelmişti.
Bir anne bir de çocuk olmalılar. Çocuk yaşça benden ufaktı. Annem mutfağa
hazırlık yapmak için gitmişti. Ben de içeri girmek üzereydim. Çocuğun annesine
söylediklerine ister istemez kulak misafiri oldum.
Çocuk annesine eve gitmek için ısrar
ediyordu. Sebep olarak da benden ürktüğünü söylüyordu. Annesi ise benim
durumumu ona açıklamaya çalışıyordu. “Zavallı çocuk, ne yapsın? ” diyordu.
Haklıydı, ne yapsaydım. Çözüm olarak içeri girmemiş, odada durmuştum bir süre.
Böylece çocuk da benden korkmayacaktı. İşte o zamandan beri böyle bir hisse
kapılmıştım.
Buraya düşeli ne kadar zaman geçmişti
bilemiyorum. Annemin hıçkırıklar içindeki sesini iştim. Anlaşılan beni
arıyordu. Ona seslendim. Nihayet beni duymuştu. Etrafta beni arayan diğer
insanlar annemin sesine geldiler. Çıkmam için yardımcı oldular. Babamda
gelmişti. Uzun süredir bu çukurda olmalıydım ki beni merak etmişlerdi. Annem ve
babamın arasında bir oyuk bulup ikisini de sımsıkı kucakladım.
***
Son zamanlarda annemi bir öksürüktür
tutmuştu. Babam annemi doktora götürmüştü. Fakat beni sonuçtan haberdar
etmemekte ısrar ediyorlardı. Ben de bu durumdan şüphelenmiyor, basit bir soğuk
algınlığı sanıyordum. Babama her soruşumda beni sonsuz bir sükût ile
karşılıyordu. Onu hiç bu kadar sessiz görmemiştim. Bu durum her ne kadar beni
şüphelendiriyor olsa da hiçbir şey söyleyemiyordum. Annem de babam da beni daim
bir suskunlukla karşılıyorlardı. Sonuç olarak ben de sükûta boyun eğmiştim.
Annemin hastalandığı bu süreç içinde ben de
babam da anneme pek bir düşmüştük. Onu mutlu etmek için elimizden geleni
yapıyorduk. Annem ise geceleri sürekli ağlıyor, gözyaşlarını bizden
saklayabildiğini sanıyordu. Oysa ben kapısının dibine oturuyor gizlice onu
dinliyordum. Annem sürekli ağlıyordu. Babam birçok kez beni kapı eşiğinde
uyuyakalmış halde bulmuş, yanaklarımdan öpüp yatağıma yatırmıştı. Onu hissetmiş
fakat çoğu kez başımı dahi kaldıramamıştım.
Annem sürekli istirahattaydı. Komşularımız
yardım olsun diye tencerelerle evimize yemek taşıyorlardı. Her şeye rağmen ben
bir çocuktum. Annemin iyileşeceğine inanıyor, ona şirinlikler yapmaya çalışıyordum.
O ise gülmeye benzer sesler çıkarmak için kendini yoruyordu. Kaç gün geçmişti
ama annemin durumunda bir düzelme yoktu.
İşte bu zamanlarda, geceleri annem uyuduğunda,
susardım. Belki çıt bile çıkarmadan. Sanki gece susmaktı. Sessizlik onda can
bulup parlar saatlerce sönmezdi. Gecenin sesi sessizliğiydi. Ben ya da tüm
insanlar gecenin sesini hiç duyamazdık. Çünkü karanlığın sesi hiç olmaz,
yoktur.
***
Sabah uyandığımda evde bir telaş havası
sezdim. Annemin yanına gitmeye çalıştım ama annemin odası kadınlarla doluydu ve
kimse beni fark edip yol vermiyordu. Babama söyleyecektim. O beni anneme
götürürdü. Hem bu insanların da ağlamalarına bir son vermelerini söylerdi
belki. Çünkü ben bu seslerden korkmaya başlamıştım.
Dışarı çıktım ve babama seslendim. Beni buldu
ve hiçbir şey söylemeden kucağına aldı. O da neydi? Babamın gözlerinden yaşlar
akıyordu. Beni bağrına basıyordu. Ağlıyordu. Anlamıştım. Ben de ağlamaya
başladım. Beni anneme götürüp götüremeyeceğini sordum.
Birlikte annemin yanına gittik. Kadınlar beni
fark etmeseler de babamı fark etmişlerdi. Babam durduğunda hemen annemin yanı
başında olduğumuzu anladım. Anneme atıldım. Ama hemen çığlıkla annemi bıraktım.
Çünkü çok soğuktu. Babamın kollarına atıldım. Yanakları hala ıslaktı. Ağlamam
bir kat daha artmıştı. Gözyaşlarım annemin soğuk bedeninde son buluyordu. Annem
gitmişti.
***
Annem öldüğünden beri babam benim üzerime
daha bir düşmüştü. Ben de babamın nazlı kızı olmuştum. Artık okul çağım
gelmişti. Babam da bunun farkındaydı. Yine yapıyordu aynı şeyi. Susuyordu. Ama
bu defa susmasına izin vermedim. Ona meseleyi açtım.
Babam
benim için özel okulların olduğunu
söyledi. Ama köyümüzde bu okullardan bulunmazmış. Ben okumak istiyor, o çocuk aklımla, cahillik
duvarına bir son vermek istiyordum. Ne yapacağımızı merak ediyordum. Babam da
bunu fark etmiş olacak, merak etmememi söyledi. Şehre taşınacakmışız. Burada
neyimiz var neyimiz yoksa satacak, kendimize bir yol çizecekmişiz. Babam da
orada bir iş bulacakmış.
Babam becerikli adamdı. Elinden her iş
gelirdi. Köyde olduğumuz için sakın babamı hafife almamalıydınız. Babam okumuş
bir adamdı. Ama nedense annemle gelip buraya yerleşmişlerdi. Tabi ben o
zamanlar buna bir anlam veremiyordum. Ama babam da açıklamak istemiyordu. Zaten
babam hiçbir şeyimizi eksik koymazdı.
Bir iki hafta içinde şehirde kendimize bir ev
bulduk. Yeni evimize alışmak benim için biraz zordu. Sürekli kafamı sağa sola
çarpıyordum. Ama babama söylemiyordum. Duysa çok üzülürdü. Ben bu eve zaten
zamanla alışacağımı biliyordum. Boş yere babamı telaşa sokmaya lüzum yoktu.
***
Gel gelelim mahalle ilk zamanlar bana pek
alışamamıştı. Beni yadırgıyor, çocuklarını benden uzak tutuyorlardı. Bense bu
duruma üzülüyor fakat ses çıkarmıyordum. Belki de zamanla bana alışırlardı.
Zaten öyle de oldu. Bir zaman sonra babam evde yokken komşular bana yemek bile
getirmeye başlamışlardı. Ama buna rağmen komşu çocukları benden hala
korkuyorlardı.
Bir hafta içinde babam okulumla ilgili
durumları tamamladı. Hazırlıklarım da bitmişti. Okula ilk günler babamla
gidiyordum ama sonraları servisle gitmeye başladım. İlk gün duyduğum heyecan
diğer çocukların okula yeni başladıklarında duydukları heyecandan daha az
değildi. Öğretmenimiz gayet nazik bir bayandı. Bana ve benim durumumda olan
birçok çocuğa hiç sıkılmadan yardımcı oluyordu. Onu gerçekten sevmiştim.
Babamın bulduğu iş ona iyi gelir getiriyordu.
Babam okumayı severdi. Burada da zaten bir kütüphanede iş bulmuştu. Önceleri
buraya alışamayacağımızı sanmış korkmuştum. Ama babamın rahatlığı beni de
rahatlatıyordu. Onun bu mutlu hali bize annemin ölümünden bu yana yuvamıza
tekrar sıcaklık veren ilk şeydi. Ama ne babam ne de ben anemin yokluğuna asla
alışamamıştık.
Çocukluğumdan beri hiç arkadaşım olmadığından
şimdi de arkadaş ihtiyacı duymuyordum. O zamanlar daha dokuz yaşında olmama
rağmen sanki büyük bir insan gibi hissediyor, sahiden ne kadar büyüdüğümü merak
ediyordum. Boyum uzun muydu yoksa kısa mı? Babam nasıldı, annem nasıldı,
hangisi daha uzundu bunu sahiden görmek isterdim.
Şimdi babam yanımdaydı ama annem öyle
değildi. Bu yüzden onu daha çok merak ediyordum. Annemin sesi yumuşacıktı.
Saçları da, elleri de, yüreği de... Babam annemin saçlarının uzun ve kumral
olduğunu söylerdi. Gözleri de ela. Acaba ben nasıldım? Ama bunu sormadım. Aksi takdirde
ağlayabilirdim.
Annemi özleyen tek insan ben değildim. Babam
da annemi çok özlüyordu. Bir keresinde onu ağlarken yakalamıştım. Beni görmesin
diye duvarın ardına saklandım. Annemin adıyla sızlanıp duruyordu. Dayanamadım.
Ben de ağlamaya başladım. Babama yaklaştım, başımı omzuna yasladım.
Yanaklarından süzülen her zerre benim yanaklarıma yansıyor, gözyaşıma can
veriyordu. Uzun süre ağlamıştık. O zamandan sonra babamın bir daha ağladığını
görmedim.
Kısa sürede kabartma harflerle okumayı
öğrenmiştim. Öğretmenimiz okulda bize kuşları, ağaçları, çiçekleri anlatırdı.
Ben de meraklanır o akşam babama aynı şeyleri sorardım. Ben bunları sordukça
babam hüzünlenir, o akşamlar bana daha yakın olmaya çalışırdı. Bu adam
hakikaten benimle çok uğraşıyordu. Bazen onu çok yorduğumdan yakınır,
acıktığımı, susadığımı saklardım.
***
Son zamanlarda sık sık bir kadın geliyor,
benimle sohbet ediyordu. Ben de onun bu alakasından memnun kalıyor, ne sorarsa
yanıtlıyordum. Beninle ilgilendiğine göre o iyi biri olmalıydı. Onun geldiğini
parfümünün hafif tınısından anlıyordum. Sanki benim için özeniyordu. O benim
ilk arkadaşımdı.
Babama ondan bahsedip bahsetmemek konusunda
kararsızdım. Sonuçta o bir yabancıydı ve ben ona her şeyi anlatıyordum. Bu
durum babamı kızdırabilirdi. Ama o benim babamdı ve ben ondan bunu daha fazla
saklayamayacağımın farkındaydım. Akşam babam eve geldiği zaman ona arkadaşımdan
bahsettim. Babam birden telaşlandı. Ona arkadaşımı tanıyıp tanımadığını sordum.
Cevap vermedi. Üstelik bir daha onunla konuşmamamı istedi. O zamanlar buna bir
mana verememiş, susmuştum.
Zaman hızla akıyordu. Ben de babam da
büyüyorduk. Biz yalnızlığımızla büyüyorduk. Büyümeyen tek şey gözlerimdi. Onlar
hep karanlıktılar. Ben azmimle kendimi, içimde de babamı büyütmeyi başarmıştım.
Annem ise kalbimde büyüyordu. Ama gözlerim hiç büyümediler. Hep zamanı
kararttılar. Aslında ben onlar büyümeyi başardığında büyümüş olacaktım. O zaman
büyüdüğümü görecektim.
***
Babam son zamanlarda çok keyifsizdi. Onun bu
haline anlam veremiyordum. Sanırım işleri pek yolunda gitmiyordu. Sürekli
düşünüyor, susuyordu. Ona suskunluğunun sebebini sormama rağmen her defasında
lafı değiştiriyordu. Bir zaman sonra ona daha fazla soru sormamaya karar
verdim.
Babamın maaşı iki aydır ödenmiyormuş.
Kütüphanenin sahibi hastalanınca işler bozulmuş. Zavallı babam kaç gündür meğer
bundan dertleniyormuş. Tüm bunları babam telefonda bir arkadaşı ile münakaşa
ederken işittim. Onun üzerine gidip onu bunaltmamalıydım. En azından o zaman
böyle düşünmüştüm.
İşte tüm bunlardan bir hafta sonraydı.
Okuldan döndüğümde babam hala gelmemişti. İşinin uzamış olabileceğine ihtimal
verdim. Oturup onu bekledim. Az sonra kapı çaldı. Ama gelen babam değildi.
Mahalleden tanıdığım bir iki kişiyle yanlarında da polis memurları. Şu işe
bakın ki hala ne olduğunu anlamamıştım. Neler oluyordu?
Zor da olsa bana anlatmak zorunda kaldılar.
Babama son veren en pahalısından son model bir arabaydı. Duyduklarım
kulaklarımı tırmalıyordu. Şimdi ne olacaktı. Şu hayatta yapayalnız mı
kalacaktım? Artık ne annem kalmıştı ne de babam. İşte o zaman fark etmiştim ki
benim hiç akrabam yoktu. Kim bilir? Belki onlar da çoktan ölmüşlerdir.
Babam öldüğünde dokuz yaşındaydım. Beni
bekleyen artık yetimhanenin soğuk kollarından başkası değildi. Bu yüzden okulumda değişmişti ve ben yabancı bir
hayata adım attım. Önceleri buradaki çocuklar beni aralarına kabul etmediler.
Sonuçta ben anne babasını tanımış bir çocuktum. Bu onlar için fazlaydı.
Aralarında anne babasını hiç tanımamış olanlarda vardı. Belki de haklıydılar.
Onlardan daha şanslıydım. En azından onların sesini duymuştum. Zaten şimdi bile
unutmaktan en korktuğum şey onların seslerini unutmaktı. Ve son anıma onlara
dair unutmadığım tek hatıra sesleriydi.
Yetimhanede benimle dalga geçenler de vardı.
Onlara aldırmamaya çalışıyordum. Ama her gece herkes uyuduktan sonra gizlice
ağlıyordum. Arkadaşlık ettiğim çocuklar bana sahip çıkıyor, bu çocukları
yanımdan uzaklaştırıyorlardı. Burada zaman çok yavaş geçiyordu. Çünkü her şey
çok zordu. Bizi anlayan yine bizdik. Ama beni anlayan sadece bendim.
Arkadaşım kısa sürede burayı bulmuş sık sık
yanıma gelmeye başlamıştı. Artık babam yoktu ve bana kızacağını sanmıyordum.
Arkadaşım beni dinliyor, benimle dertleşiyordu. Bu durum beni mutlu ediyordu.
Tabii bu durumu yine kıskananlar da vardı. Aldırmamaya çalışıyordum.
Artık
küçük bir çocuk değildim ve ona kim olduğunu sorma zamanı gelmişti. Beni
tanımıyorsa birden bire nasıl karşıma çıkıyordu? Bunlar mantığa yatkın şeyler
değillerdi. Ona sorduğumda uzun süre sustu. Gelmesinden rahatsız olup
olmadığımı sordu. Beni yanlış anladı diye düşündüm. Ona bunu sormamın amacını
anlattım. Bu ilgi niyeydi?
Bana gerçekleri anlatacağını söyledi.
Anlaşılan oda bazı şeyleri konuşmamız gerektiğinin farkındaydı. Onun
anlattıklarını size kendi ağzımla anlatacağım. O benim teyzem. Annemin vasiyeti
üzerine beni bulmuş. Annem ve babamın evliliğine karşı çıkan iki taraf da
anneme de babama da sırtını dönmüş. Ama teyzem ve annem bir süre sonra
barışmışlar. Babam ise teyzemi affetmemiş. Bu doğru olabilir. Çünkü babam
inatçı bir adamdı. Benim görebilmem için bir umut varmış. Ama ameliyatı on
sekiz yaşıma geldiğimde yapacaklarmış. Ameliyatın işe yarmama ihtimali de varmış.
Bu yüzden bana bu konudan hiç bahsetmemişler. Ama bu işlemin gerçekleşebilmesi
için gözlerde bulunan bir sinire ihtiyacım varmış. Annem ölmeden önce yazdığı
mektupta teyzemden bunun için yardım istemiş.
Sinirlerin nakli için organ bağışı gerekiyormuş.
Bu yüzden annem ve babam hayatta oldukları sürece bana bağışta bulunamamışlar.
Teyzem doktormuş. Annem bu işi teyzemin halledebileceğine inandığı için ona bu
mektubu yazmış.
Teyzem eğer ben de istersem beni buradan
alabileceğini söylemişti. Birden bire neler oluyordu böyle? Gerçekten olanlar
aklımı karıştırıyordu. Teyzem cevabımı merakla bekliyordu. İyi düşünmeliydim.
Eğer annem ona güveniyorsa ben de bunu yapabilirdim. Hem zaman bana göstermişti
ki o iyi bir insandı. Her zaman beni dinlemişti. Bana zamanı geldiğinde her
şeyi de anlatmıştı. Tüm bunlar benim ona güvenebileceğim anlamına geliyordu.
Beni yanına alıp kendine bir yuva kurmak
istiyordu. Yalnız yaşıyordu. Dedem ve anneannem iki yıl önce evlerinde çıkan
bir yangında vefat etmişlerdi. İçinde bulunduğu hayat, paylaşılıp çoğaltılmak
istiyordu. Onun bu isteğine engel olacak mıydım? Hayır. Bu dünyada beni yalnız
bırakmayan tek insanı yanıltamazdım. Teklifini kabullendim. Bu ikimiz içinde
yeni bir başlangıç demekti. Çünkü teyzemi gerçekten seviyorum. Bunu o gün de
biliyordum.
Teyzem benim için bir umut olmuştu. Belki de
onun sayesinde hiç yaşamadığım duyguyu yaşayacaktım. Görecektim. Bu benim için imkânsızdı.
Yani teyzem anlatmadan önce böyle düşünüyordum. Şimdi o bana umut olmuştu.
Bir zamandır yetimhane müdürüyle iletişimde
olan teyzem, beni bu soğuk duvarlardan yırtan el oldu. Onu seviyor hatta
minnettar kalıyordum. O bana acımıyor, şefkat gösteriyordu. Herkes bilmelidir
ki bunlar tamamen farklı kavramlardır. Ben bunun farkındaydım ve ona inanıyordum.
Yeni evim daha önce içinde yaşadığım her
yerden daha büyük olmalıydı. Çünkü kimseye söylemeyin ama ben yolumu sayılar
yardımı ile hesaplayıp yürüyorum. Bundandır ki annem sayıları erken öğrendiğimi
söylerdi.
***
Kısa zamanda yeni evime alışmıştım. Teyzem
akşamları bana kitap okuyordu. O okurken bazen öylesine dalardım ki, kitapta
geçen hüzünlü olaylarda yanaklarımdan süzülen bir damla yaşı fark ederdim.
Aslında gözlerimi hissedebildiğimi o zaman anladım. Çünkü gelen yaşlar
gözlerimden akıyordu. Ben de bunları hissediyordum. Benden süzülen her damla
aslında bir şeylerin varlığının kanıtıydı.
İnsan çoğu zaman sahip olamadığı şeylere
özlem duyar. Bu özlem diğerlerinden farklıdır. O olmadan yaşanabildiğini bilir,
onsuz bir hayatın da var olduğunun farkındasınızdır. Ama içinizde küt küt eden
yürek hep ister. Olanı da olmayanı da… Siz ise ona istediğini sağlamak için
uğraşırsınız.
Teyzem çok sıcakkanlı bir insandı. Sadece
insanlara değil tüm canlılara yardım derdi. Hatta evimizde iki tane yavru köpek
vardı. Teyzem onları eve getirdiğinde zavallılar ölme üzereydiler. Bu yavrular
evimize geldiğinden beri bana çok iyi arkadaş olmuşlardı. Annemi ve babamı ne
zaman özlesem onlarla dertleşirdim. Çünkü onları gerçekten çok seviyordum.
Teyzeme de anlatabilirdim belki ama o da annemi özlüyordu. Sürekli onu üzmenin
bir manası yoktu. Yavrular da benim bu yakınlığıma ilgi gösterirler, ne zaman
üzülsem anlar hemen yanı başıma serilirlerdi.
O gün teyzem hastaneye gitmişti. Galiba benim
için olsa gerek diye düşünmüştüm. Bu konuda da yanılmamıştım zaten. Teyzem eve
geldiğinde hemen karşıma oturdu. Bir sinir bulunmuştu. Ama belki de benim işime
yaramayacaktı. Bu yüzden fazla heveslenmememi söyledi. Haklıydı. Belki de iyi
bir sonuç alamayacaktık. Böyle bir durumda umutlanmak anlamsız olurdu.
Teyzem birkaç gün daha gereken hazırlıkları
ayarladıktan sonra hastaneye gittik. Bazı testler yapıldı. Şimdiye kadar
yapılan tetiklerde bir sorun çıkmadı. Teyzem sanki umudunu saklamaya
çalışıyordu. Onu anlıyordum. Eğer o da benim gibi heyecan yaparsa bu durum
büyük ihtimalle benim de daha fazla umutlanmama neden olacaktı. Anlaşılan onun
korktuğu da buydu.
Artık istediğim tek şey görebilmekti. Belki
görürsem, annemin ve babamın bir fotoğrafına bakıp, en azından böyle de olsa
onları görebilmenin mutluluğunu yaşardım. Belki gözlerimi sevebilirdim. Acaba
ne renktiler? Ya saçlarım nasıldı? Anneminki gibi kumral mı? Babam annemin
saçlarının kumral olduğunu söylerdi. Yoksa babamın saçları gibi kara mıydılar?
Acaba ben güzel miydim? Güzel nasıldı, çirkin nasıldı ki? Ben hangisiydim.
İşte tüm bu hayaller beni peşinden
sürüklüyordu. Teyzeme fazla umutlanmayacağıma söz mü vermiştim? Yalan söyledim.
Belki de ilk kez. Daha önce hiç yalan söyleyip söylemediğimi şimdi hatırıma
getiremiyorum.
Zaman geçtikçe heyecanım daha da artıyordu.
Doktor arada bir odama geliyor, teyzemle bir şeyler konuşuyordu. Belki
konuştukları şeyi merak ediyordum. Ama yine de bazı şeylerin saklı kalmasının
mantıklı olduğunu bildiğimden susuyordum.
Şu işe bakın ki tüm bu sebepler teyzemi ve
doktorun konuştuklarına kulak kabartmama engel olamadı. Teyzem doktora başarı
şansını soruyordu. Doktorun söylediği rakam sahiden umut kırıcıydı. Başarı
şansım yüzde on. On neydi ki? İki elin parmağı. Yeterli değildi. Zaman bu kadar
acımasızca beni meraka düşüremezdi. Bu haksızlıktan başka neydi?
Konuşmalar tabii ki bu kadarla sonuçlanmadı.
Teyzem bu sinirlerin bir akrabama ait olduğunu söylüyordu. İyi de kimdi ki o
akraba. Benim akrabam mı kalmıştı? İşte sorular karmaşıklaşıyordu. Doktora
sinirlerin bir süredir beklediğini, bu durumun bir sakıncası olup olmadığını
sordu. Doktor hafifçe sustu. Sonra inşallah diyerek teyzemin yanından ayrıldı.
Teyzem bunları duyduğumu katiyen
bilmemeliydi. Aksi takdirde uzun bir konuşma yapacağını seziyordum. Haksız
değildim. Gerçekten de muhtemelen öyle olurdu.
Ve ben buna hazır olduğumu sanmıyordum. Her şeyi bir anda bilmek istemek
bazen zararlı olabilirdi. Bunu en azından şimdi bilmemeliydim. Teyzem
muhtemelen zamanı geldiğinde bana gereken açıklamayı yapacaktı.
Sizin de tahmin edebileceğiniz gibi bu
ameliyat gerçekleştiğine on sekizime basmıştım. Her şey sanki bir tesadüf gibi
işliyordu. On sekiz yaşıma girdiğimde gerekli sinirin bulunduğu haberini
almıştım. Ve az zaman geçtiğini sandığım şu satırlarda sanki yaşlanmış gibiyim.
Her şey sahiden bir tesadüf müydü? Bence değildi.
Ameliyata saatler kalmıştı. Sürekli hayalini
kurduğum bu an şimdi yanı başıma oturmuş beklememi söylüyordu. Nasıl mümkün
olabilir ki beklemek. Birazdan doktor geldi. Büyük ihtimalle önce teyzeme göz
teması ile bir şeyler söylemiş olacak teyzemden bir öksürük sesi geldi. Doktor
o zaman lafa başladı. Ameliyat öncesi birkaç basit soruyu yanıtladıktan sonra
vakit gelmişti. Bir hemşire geldi ve hazırlıklarımda bana yardımcı oldu.
Birazdan ameliyathanenin kapısındaydım.
Ameliyathane sandığımdan daha soğuktu. Ve
beni bekleyen her şey burayı çok daha soğuk hale getiriyordu. İçeri girmek
kolaydı ama nasıl çıkacağımı merak ediyordum. Varlığından kayıtsızca haberdar
olduğum bu iki göz, endişeyle pembeye bakıyordu. Umutlara…
O böyle baktıkça ben korkuyordum. Şu an
uyuyordum belki. Ama korkular, umutlar ve endişeler hiç uyumazlar. Siz varsanız
onlarda muhakkak vardır. Nasıl bir şeydir ki hiç acı çekmiyordum. Bir an buradan
kalkmışım da kendimi izliyormuşum gibi hissettim.
Zaman ilerledikçe insan monotonlaşır. Buna
bağlı olarak da hayat yavaşlar. Kum taneleri bir bir inerken siz defalarca
uyur, uyanırsınız. Bende sanki bunu yaşıyor gibiydim. Bitmemişti bir türlü şu
ameliyat.
Ben bu tür şeyleri zihnime duyarken, çoktan
ameliyattan çıktığımın farkında değildim. Demek bir körün rüyası da böyle
oluyordu. Yine de sustum. Susmak nefes almaktı. Uzun uzun nefes aldım. Derin
derin…
Biraz sonra doktor geldi. Şu anda gözlerimin
sarılı olduğunun farkındaydım. Zaten benim için fark etmezdi. Ben hep
karanlıktaydım. Sessiz, suskun, ıslak… Benim gözlerim hep yorgundu. Çünkü
uğraşıyor fakat asla göremiyordu. Ona çok acıyorum.
Doktor da derin bir nefes aldı. Alınan derin
nefesler iki türlü yorumlanır; ya iyi bir haber ya da… Heyecanımın ve korkumun
farkında olan doktor fazla uzatmadı. Ellerinden geleni yaptıklarını gerisini
zamanla görebileceğimizi söyledi. Anlaşılan o da sonuçtan haberdar değildi.
Artık bazı soruların cevaplarını arama zamanı
gelmişti. Ama ben teyzem başlasın istiyordum. Ben söylemeden anlatsın. Baktım
ki o niyetli değil ben lafı açtım. Teyzeme bu sinirleri bana bağışlayanın kim
olduğunu sordum. Şaşırdı. Onları duyduğumu söyledim. Anlamıştı. Sustu.
Önce susmuş olabilir ama hiç kimse sonsuzu
kadar susamaz. Teyzemde susamadı. Bana sinirlerini veren annemdi. Babam da bunu
biliyordu. Bu yüzden susmuştu annem hastalandığında. Daha o zaman karar
vermişti annem. Teyzeme de o zaman mektup yolladı. Hastalığını öğrendikten
sonra.
Annem öleli on iki yıl olmuştu. Bu yüzden
sinirler işe yaramayabilirdi. Başka bir bağış olur belki diyeceksiniz. Olsa da
işe yaramazdı herhalde. Bağışın birinci dereceden akraba ile uyuşması daha
olumlu sonuçlar veriyormuş. İşte gerçekler bunlardı. Şimdi mutlu muydum?
Bilmiyordum. Ama hala umudum vardı.
Bir hafta olmuştu. Sonuç yakındı. Acaba
mutluluk muydu yakın olan yoksa hayal kırıklığımı? Sorular zihnimi meşgul
ederken doktor geldi. Zaman tamamdı. Tam bir hafta. Yavaş yavaş ömre cereyan
eden dakikalar son haddine ulaşmıştı. Sonuç zamanıydı.
İki hemşire yavaşça sargıları açmaya
başladılar. Yürek küt küt. Daha hızlı olamazlar mı diye düşündüm. Acele
ediyordum ki zaman engel olamasın. Üzüntüyse üzüntü, mutluluksa mutluluk. Hemen
gelsin ve görmeden yaşadığım bu kâbus sona ersin. İşte son rötuşlar. Bir, iki,
üç…
O da neydi? Gözlerime dehşet saçan bir
aydınlık. Ölmemiştim. Öyleyse olmuştu. Zaman umutlarıyla gelmişti yamacıma. Bir
kadın karşımda ağlıyor. Yoksa o benim teyzem mi? İlk kez görmek. İlk kez
bakmak. Açtım onları. Görüyordum. Karanlığa savaş açarcasına, güneşi
kucaklarcasına, baharı koklarcasına görüyorum. Ama adlarını bilmiyorum. Şu
sarıymış. Şu beyaz. İnanıyorum artık. Zamanın varlığına inanıyorum. İşte güneş
doğuyor. İşte şuradan batacak. Bulutlar… Hafif bir ıslaklık yağıyor başlara.
Ellerimi, ayaklarımı, gözlerimi görüyorum.
Bir ayna tuttular şimdi. Kendimi görüyorum.
Uzun saçlarım var. Bu hangi renk diye teyzeme soruyorum. Kumral diyor. Annem.
Sen bana neler kazandırdın böyle? Ben layık mıyım buna bilmiyorum. Ama sana
minnettarım. Sonsuzlar kadar…
***
Ne şans ama! Görüyordum. Teyzem hala
ağlıyordu. Ona engel olacak değildim. Ben de ağlıyordum. Sıkıca kucakladı beni.
Doktor şaşkındı hala. Umutsuzdu belli ki. Ama hayat bu ne zaman ne olacağı hiç
belli olmuyor.
Birazdan teyzemle odada yalnızdık.
Gülüyorduk. Sürekli hem de. Mutlu olmak bu olsa gerekti. Şimdi karalıydım.
Annemi babamı görmek istiyordum. Teyzem çantasından bir fotoğraf çıkardı. Bana
benzediğinden onu hemen tanıdım. Annem. Yanında da babam var. İkisi de pek
mesut bu fotoğrafta. Bir bebek var fotoğrafta. O da ben olmalıyım. Gözlerim
yumuk yumuk. Sanki bu günü hayal etmişiz gibi umutla bakıyoruz.
***
Az sonra ilk kez görerek yemek yedim. Sıcağın
üzerinden tüten buharı gördüm. Üfledim ona hiç dökmeden. İlk kez tat aldım
belki de. Lezzet görülenmiş meğer. Sonra güneş battı ve zaman doldu. Yarın
başladı. Artık geçmiş kalmadı. Merakla, istekle adım atıyordum artık.
Ertesi gün doktor geldi ve hazırlıklarımı
bitirebileceğimi söyledi. Eve dönebilirdim artık. Dışarıda arabalar
vızırdıyordu. Korkmuştum. Teyzem geldi ve taksiyi işaret etti. İkimiz de
mutluyduk. Arabaya bindik. Deniz parlıyordu alçakta. Güneş ışık tutmuştu tam
tepeye. Sanki o da mutluydu bu gün. Tepede yükselen bir gökkuşağı. İşte şimdi
tüm renkleri görüyordum. Kırmızı, sarı, turuncu, mavi, yeşil…
***
Tam o sırada oldu her ne olduysa. Çığlıklar
havada uçtu. Her yer kırmızı. Gökkuşağı mı dökülüyordu yere? Hayır. Sadece
kımızı. Canım acıyordu. Kırmızı bendim. Polisler endişeyle yaklaştılar yanıma.
Yaşıyor dedi bir tanesi. Ne olmuştu hala anlayamamıştım. Ambulansın acı
iniltileri geldi uzaktan. Teyzem sere serpe yerde. Uyuyor muydu yoksa? Bu
saatte!
Nefesim hafif bir esnemeyle benden
ayrılıyordu. Uykum gelmişti birdenbire. Bırakın beni! Uyumak istiyorum. Bu
kadar yorulmak yeter! Şimdi renkler dört bir yanımda. Yağmur misali üzerime
iniyor. Güneş sarı, yaprak yeşil, kan kırmızı…
“
Dereden gelen suyun şırıltısı kulaklarıma doluyor, ince bir tını halinde iç
dünyama aksediyordu. Tüm zamanların musikisi sanki bir araya toplanmış
birleşip, bu küçük ama yapayalnız derenin sularında en güzel sesleri çıkarmak
için olanca hissiyle doğaya can veriyor, kuşların şakırdılarına yardımcı,
kuşların şakırdılarına yardımcı olan bir ilham aynası gibi, gökyüzünün tüm
benliğini, muhteşemliğini benim göremeyen fani gözlerime bile yansıtmayı
başarıyordu.”
İşte bir körün rüyası ancak bu kadar olurdu…
BUSENUR
SEZER
10/C
189
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder