10 Temmuz 2015 Cuma

HİKAYE BİR KÖRÜN RÜYASI




BİR KÖRÜN RÜYASI


Dereden gelen suyun şırıltısı kulaklarıma doluyor, ince bir tını halinde iç dünyama aksediyordu. Tüm zamanların musikisi sanki bir araya toplanmış, birleşip bu küçük ama yapayalnız derenin sularında en güzel sesleri çıkarmak için olanca hissiyle doğaya can veriyor, kuşların şakırdılarına yardımcı olan bir ilham aynası gibi, gökyüzünün tüm benliğini, muhteşemliğini benim göremeyen fani gözlerime bile yansıtmayı başarıyordu. Doğuştan göremeyen bu iki göz, kimi zaman bana pek bir ağır gelir kimi zaman da tüm bu muhteşemliği görmemi engelleyen kara bir perde gibi çekilirdi ufuklarıma. Lakin bana teselli veren tek dost şu yanımda akan ama asla biçimini göremediğim dereydi. Aslında o da beni hiç görmedi. Çünkü beni gördüğünü hiç görmedim.
  Küçükken buraya gelir sadece ve sadece onu dinlerdim. Çok defa annem ve babamla buraya gelmiş hoşça vakit geçirmiştim. Bu sayede burayı gözlerim görmeden de seçebiliyordum. Belli bir yaştan sonra buraya tek başıma gelip gittiğimi gören annem, birçok kez beni takip etmişti. Ne de olsa daha altı yaşındaydım. Buraya niçin geldiğimi merak ediyordu. Benden tatmin olana dek bunu sürdürdü. Kim bilir? Belki de şu anda da arkamdadır.
  Ben yeşili hiç görmeden bildim, sarıyı hiç görmeden, pembeye hiç bakmadan… Yeşil; yapraktı. Dokununca damarlarından tanırdım. Sarı; güneşti. İliğime işleyen sıcağından bellidir o da. Pembe ise umuttur. Onu da umut etmekten bıkmayan, şu iki gözümden tanırım.  Zaman benim için hiç var olmadı. Çünkü ben güneşin doğuşunu da batışını da hiç görmedim. Sahi bu insanlar ne anlatıyorlardı?
  Şimdi buraya gelmiş elime gelen şeylerin ne olduğunu tahmin etmeye çalışıyordum. Çimenler ellerimi gıdıklıyor, ısırgan otları ise acımasızca canımı yakıyordu. Elime gelen her şeyi hayal etmeye çalışıyordum. Bazen elime mis kokulu çiçekler geliyordu. Bazen de küçük karıncalarla yüzleşiyordum. Suyun şırıltısına fazla yaklaşmıyor, düşmekten çekiniyordum. Bir süre sonra derenin şırıltısını duyamadığımı fark ettim. Ayağa kalktım. Çok uzaklaşmış olacağım, ilk adımımda kendimi bir çukurda buldum.
  Akşam olduğunda köylüler beni aramaya çıkmışlar. İlk önce dereden başlamışlar aramaya. Sonuçta boğulmuş olabilirmişim. Annem ve babamdaki endişeyi hissedebiliyordum. Belki de beni en çok seven insanlar onlardı. Köyümdeki diğer insanlar da bana iyi davranırlardı. Ama ben onların bu davranışlarını bana acımalarına bağlıyordum.
  Hata bir keresinde evimize misafir gelmişti. Bir anne bir de çocuk olmalılar. Çocuk yaşça benden ufaktı. Annem mutfağa hazırlık yapmak için gitmişti. Ben de içeri girmek üzereydim. Çocuğun annesine söylediklerine ister istemez kulak misafiri oldum.
  Çocuk annesine eve gitmek için ısrar ediyordu. Sebep olarak da benden ürktüğünü söylüyordu. Annesi ise benim durumumu ona açıklamaya çalışıyordu. “Zavallı çocuk, ne yapsın? ” diyordu. Haklıydı, ne yapsaydım. Çözüm olarak içeri girmemiş, odada durmuştum bir süre. Böylece çocuk da benden korkmayacaktı. İşte o zamandan beri böyle bir hisse kapılmıştım.
  Buraya düşeli ne kadar zaman geçmişti bilemiyorum. Annemin hıçkırıklar içindeki sesini iştim. Anlaşılan beni arıyordu. Ona seslendim. Nihayet beni duymuştu. Etrafta beni arayan diğer insanlar annemin sesine geldiler. Çıkmam için yardımcı oldular. Babamda gelmişti. Uzun süredir bu çukurda olmalıydım ki beni merak etmişlerdi. Annem ve babamın arasında bir oyuk bulup ikisini de sımsıkı kucakladım.
   ***
  Son zamanlarda annemi bir öksürüktür tutmuştu. Babam annemi doktora götürmüştü. Fakat beni sonuçtan haberdar etmemekte ısrar ediyorlardı. Ben de bu durumdan şüphelenmiyor, basit bir soğuk algınlığı sanıyordum. Babama her soruşumda beni sonsuz bir sükût ile karşılıyordu. Onu hiç bu kadar sessiz görmemiştim. Bu durum her ne kadar beni şüphelendiriyor olsa da hiçbir şey söyleyemiyordum. Annem de babam da beni daim bir suskunlukla karşılıyorlardı. Sonuç olarak ben de sükûta boyun eğmiştim.
   Annemin hastalandığı bu süreç içinde ben de babam da anneme pek bir düşmüştük. Onu mutlu etmek için elimizden geleni yapıyorduk. Annem ise geceleri sürekli ağlıyor, gözyaşlarını bizden saklayabildiğini sanıyordu. Oysa ben kapısının dibine oturuyor gizlice onu dinliyordum. Annem sürekli ağlıyordu. Babam birçok kez beni kapı eşiğinde uyuyakalmış halde bulmuş, yanaklarımdan öpüp yatağıma yatırmıştı. Onu hissetmiş fakat çoğu kez başımı dahi kaldıramamıştım.
  Annem sürekli istirahattaydı. Komşularımız yardım olsun diye tencerelerle evimize yemek taşıyorlardı. Her şeye rağmen ben bir çocuktum. Annemin iyileşeceğine inanıyor, ona şirinlikler yapmaya çalışıyordum. O ise gülmeye benzer sesler çıkarmak için kendini yoruyordu. Kaç gün geçmişti ama annemin durumunda bir düzelme yoktu.
  İşte bu zamanlarda, geceleri annem uyuduğunda, susardım. Belki çıt bile çıkarmadan. Sanki gece susmaktı. Sessizlik onda can bulup parlar saatlerce sönmezdi. Gecenin sesi sessizliğiydi. Ben ya da tüm insanlar gecenin sesini hiç duyamazdık. Çünkü karanlığın sesi hiç olmaz, yoktur.
   ***
  Sabah uyandığımda evde bir telaş havası sezdim. Annemin yanına gitmeye çalıştım ama annemin odası kadınlarla doluydu ve kimse beni fark edip yol vermiyordu. Babama söyleyecektim. O beni anneme götürürdü. Hem bu insanların da ağlamalarına bir son vermelerini söylerdi belki. Çünkü ben bu seslerden korkmaya başlamıştım.
  Dışarı çıktım ve babama seslendim. Beni buldu ve hiçbir şey söylemeden kucağına aldı. O da neydi? Babamın gözlerinden yaşlar akıyordu. Beni bağrına basıyordu. Ağlıyordu. Anlamıştım. Ben de ağlamaya başladım. Beni anneme götürüp götüremeyeceğini sordum.
  Birlikte annemin yanına gittik. Kadınlar beni fark etmeseler de babamı fark etmişlerdi. Babam durduğunda hemen annemin yanı başında olduğumuzu anladım. Anneme atıldım. Ama hemen çığlıkla annemi bıraktım. Çünkü çok soğuktu. Babamın kollarına atıldım. Yanakları hala ıslaktı. Ağlamam bir kat daha artmıştı. Gözyaşlarım annemin soğuk bedeninde son buluyordu. Annem gitmişti.
   ***
  Annem öldüğünden beri babam benim üzerime daha bir düşmüştü. Ben de babamın nazlı kızı olmuştum. Artık okul çağım gelmişti. Babam da bunun farkındaydı. Yine yapıyordu aynı şeyi. Susuyordu. Ama bu defa susmasına izin vermedim. Ona meseleyi açtım.
  Babam
benim için özel okulların olduğunu söyledi. Ama köyümüzde bu okullardan bulunmazmış.  Ben okumak istiyor, o çocuk aklımla, cahillik duvarına bir son vermek istiyordum. Ne yapacağımızı merak ediyordum. Babam da bunu fark etmiş olacak, merak etmememi söyledi. Şehre taşınacakmışız. Burada neyimiz var neyimiz yoksa satacak, kendimize bir yol çizecekmişiz. Babam da orada bir iş bulacakmış.
  Babam becerikli adamdı. Elinden her iş gelirdi. Köyde olduğumuz için sakın babamı hafife almamalıydınız. Babam okumuş bir adamdı. Ama nedense annemle gelip buraya yerleşmişlerdi. Tabi ben o zamanlar buna bir anlam veremiyordum. Ama babam da açıklamak istemiyordu. Zaten babam hiçbir şeyimizi eksik koymazdı.
  Bir iki hafta içinde şehirde kendimize bir ev bulduk. Yeni evimize alışmak benim için biraz zordu. Sürekli kafamı sağa sola çarpıyordum. Ama babama söylemiyordum. Duysa çok üzülürdü. Ben bu eve zaten zamanla alışacağımı biliyordum. Boş yere babamı telaşa sokmaya lüzum yoktu.
   ***
  Gel gelelim mahalle ilk zamanlar bana pek alışamamıştı. Beni yadırgıyor, çocuklarını benden uzak tutuyorlardı. Bense bu duruma üzülüyor fakat ses çıkarmıyordum. Belki de zamanla bana alışırlardı. Zaten öyle de oldu. Bir zaman sonra babam evde yokken komşular bana yemek bile getirmeye başlamışlardı. Ama buna rağmen komşu çocukları benden hala korkuyorlardı.
  Bir hafta içinde babam okulumla ilgili durumları tamamladı. Hazırlıklarım da bitmişti. Okula ilk günler babamla gidiyordum ama sonraları servisle gitmeye başladım. İlk gün duyduğum heyecan diğer çocukların okula yeni başladıklarında duydukları heyecandan daha az değildi. Öğretmenimiz gayet nazik bir bayandı. Bana ve benim durumumda olan birçok çocuğa hiç sıkılmadan yardımcı oluyordu. Onu gerçekten sevmiştim.
  Babamın bulduğu iş ona iyi gelir getiriyordu. Babam okumayı severdi. Burada da zaten bir kütüphanede iş bulmuştu. Önceleri buraya alışamayacağımızı sanmış korkmuştum. Ama babamın rahatlığı beni de rahatlatıyordu. Onun bu mutlu hali bize annemin ölümünden bu yana yuvamıza tekrar sıcaklık veren ilk şeydi. Ama ne babam ne de ben anemin yokluğuna asla alışamamıştık.
  Çocukluğumdan beri hiç arkadaşım olmadığından şimdi de arkadaş ihtiyacı duymuyordum. O zamanlar daha dokuz yaşında olmama rağmen sanki büyük bir insan gibi hissediyor, sahiden ne kadar büyüdüğümü merak ediyordum. Boyum uzun muydu yoksa kısa mı? Babam nasıldı, annem nasıldı, hangisi daha uzundu bunu sahiden görmek isterdim.
   Şimdi babam yanımdaydı ama annem öyle değildi. Bu yüzden onu daha çok merak ediyordum. Annemin sesi yumuşacıktı. Saçları da, elleri de, yüreği de... Babam annemin saçlarının uzun ve kumral olduğunu söylerdi. Gözleri de ela. Acaba ben nasıldım? Ama bunu sormadım. Aksi takdirde ağlayabilirdim.
  Annemi özleyen tek insan ben değildim. Babam da annemi çok özlüyordu. Bir keresinde onu ağlarken yakalamıştım. Beni görmesin diye duvarın ardına saklandım. Annemin adıyla sızlanıp duruyordu. Dayanamadım. Ben de ağlamaya başladım. Babama yaklaştım, başımı omzuna yasladım. Yanaklarından süzülen her zerre benim yanaklarıma yansıyor, gözyaşıma can veriyordu. Uzun süre ağlamıştık. O zamandan sonra babamın bir daha ağladığını görmedim.
  Kısa sürede kabartma harflerle okumayı öğrenmiştim. Öğretmenimiz okulda bize kuşları, ağaçları, çiçekleri anlatırdı. Ben de meraklanır o akşam babama aynı şeyleri sorardım. Ben bunları sordukça babam hüzünlenir, o akşamlar bana daha yakın olmaya çalışırdı. Bu adam hakikaten benimle çok uğraşıyordu. Bazen onu çok yorduğumdan yakınır, acıktığımı, susadığımı saklardım.
   ***
  Son zamanlarda sık sık bir kadın geliyor, benimle sohbet ediyordu. Ben de onun bu alakasından memnun kalıyor, ne sorarsa yanıtlıyordum. Beninle ilgilendiğine göre o iyi biri olmalıydı. Onun geldiğini parfümünün hafif tınısından anlıyordum. Sanki benim için özeniyordu. O benim ilk arkadaşımdı.
  Babama ondan bahsedip bahsetmemek konusunda kararsızdım. Sonuçta o bir yabancıydı ve ben ona her şeyi anlatıyordum. Bu durum babamı kızdırabilirdi. Ama o benim babamdı ve ben ondan bunu daha fazla saklayamayacağımın farkındaydım. Akşam babam eve geldiği zaman ona arkadaşımdan bahsettim. Babam birden telaşlandı. Ona arkadaşımı tanıyıp tanımadığını sordum. Cevap vermedi. Üstelik bir daha onunla konuşmamamı istedi. O zamanlar buna bir mana verememiş, susmuştum.
  Zaman hızla akıyordu. Ben de babam da büyüyorduk. Biz yalnızlığımızla büyüyorduk. Büyümeyen tek şey gözlerimdi. Onlar hep karanlıktılar. Ben azmimle kendimi, içimde de babamı büyütmeyi başarmıştım. Annem ise kalbimde büyüyordu. Ama gözlerim hiç büyümediler. Hep zamanı kararttılar. Aslında ben onlar büyümeyi başardığında büyümüş olacaktım. O zaman büyüdüğümü görecektim.
   ***
  Babam son zamanlarda çok keyifsizdi. Onun bu haline anlam veremiyordum. Sanırım işleri pek yolunda gitmiyordu. Sürekli düşünüyor, susuyordu. Ona suskunluğunun sebebini sormama rağmen her defasında lafı değiştiriyordu. Bir zaman sonra ona daha fazla soru sormamaya karar verdim.
  Babamın maaşı iki aydır ödenmiyormuş. Kütüphanenin sahibi hastalanınca işler bozulmuş. Zavallı babam kaç gündür meğer bundan dertleniyormuş. Tüm bunları babam telefonda bir arkadaşı ile münakaşa ederken işittim. Onun üzerine gidip onu bunaltmamalıydım. En azından o zaman böyle düşünmüştüm.
  İşte tüm bunlardan bir hafta sonraydı. Okuldan döndüğümde babam hala gelmemişti. İşinin uzamış olabileceğine ihtimal verdim. Oturup onu bekledim. Az sonra kapı çaldı. Ama gelen babam değildi. Mahalleden tanıdığım bir iki kişiyle yanlarında da polis memurları. Şu işe bakın ki hala ne olduğunu anlamamıştım. Neler oluyordu?
  Zor da olsa bana anlatmak zorunda kaldılar. Babama son veren en pahalısından son model bir arabaydı. Duyduklarım kulaklarımı tırmalıyordu. Şimdi ne olacaktı. Şu hayatta yapayalnız mı kalacaktım? Artık ne annem kalmıştı ne de babam. İşte o zaman fark etmiştim ki benim hiç akrabam yoktu. Kim bilir? Belki onlar da çoktan ölmüşlerdir.
  Babam öldüğünde dokuz yaşındaydım. Beni bekleyen artık yetimhanenin soğuk kollarından başkası değildi.  Bu yüzden okulumda değişmişti ve ben yabancı bir hayata adım attım. Önceleri buradaki çocuklar beni aralarına kabul etmediler. Sonuçta ben anne babasını tanımış bir çocuktum. Bu onlar için fazlaydı. Aralarında anne babasını hiç tanımamış olanlarda vardı. Belki de haklıydılar. Onlardan daha şanslıydım. En azından onların sesini duymuştum. Zaten şimdi bile unutmaktan en korktuğum şey onların seslerini unutmaktı. Ve son anıma onlara dair unutmadığım tek hatıra sesleriydi.

  Yetimhanede benimle dalga geçenler de vardı. Onlara aldırmamaya çalışıyordum. Ama her gece herkes uyuduktan sonra gizlice ağlıyordum. Arkadaşlık ettiğim çocuklar bana sahip çıkıyor, bu çocukları yanımdan uzaklaştırıyorlardı. Burada zaman çok yavaş geçiyordu. Çünkü her şey çok zordu. Bizi anlayan yine bizdik. Ama beni anlayan sadece bendim.
  Arkadaşım kısa sürede burayı bulmuş sık sık yanıma gelmeye başlamıştı. Artık babam yoktu ve bana kızacağını sanmıyordum. Arkadaşım beni dinliyor, benimle dertleşiyordu. Bu durum beni mutlu ediyordu. Tabii bu durumu yine kıskananlar da vardı. Aldırmamaya çalışıyordum.
   Artık küçük bir çocuk değildim ve ona kim olduğunu sorma zamanı gelmişti. Beni tanımıyorsa birden bire nasıl karşıma çıkıyordu? Bunlar mantığa yatkın şeyler değillerdi. Ona sorduğumda uzun süre sustu. Gelmesinden rahatsız olup olmadığımı sordu. Beni yanlış anladı diye düşündüm. Ona bunu sormamın amacını anlattım. Bu ilgi niyeydi?
  Bana gerçekleri anlatacağını söyledi. Anlaşılan oda bazı şeyleri konuşmamız gerektiğinin farkındaydı. Onun anlattıklarını size kendi ağzımla anlatacağım. O benim teyzem. Annemin vasiyeti üzerine beni bulmuş. Annem ve babamın evliliğine karşı çıkan iki taraf da anneme de babama da sırtını dönmüş. Ama teyzem ve annem bir süre sonra barışmışlar. Babam ise teyzemi affetmemiş. Bu doğru olabilir. Çünkü babam inatçı bir adamdı. Benim görebilmem için bir umut varmış. Ama ameliyatı on sekiz yaşıma geldiğimde yapacaklarmış. Ameliyatın işe yarmama ihtimali de varmış. Bu yüzden bana bu konudan hiç bahsetmemişler. Ama bu işlemin gerçekleşebilmesi için gözlerde bulunan bir sinire ihtiyacım varmış. Annem ölmeden önce yazdığı mektupta teyzemden bunun için yardım istemiş. 
   Sinirlerin nakli için organ bağışı gerekiyormuş. Bu yüzden annem ve babam hayatta oldukları sürece bana bağışta bulunamamışlar. Teyzem doktormuş. Annem bu işi teyzemin halledebileceğine inandığı için ona bu mektubu yazmış.
   Teyzem eğer ben de istersem beni buradan alabileceğini söylemişti. Birden bire neler oluyordu böyle? Gerçekten olanlar aklımı karıştırıyordu. Teyzem cevabımı merakla bekliyordu. İyi düşünmeliydim. Eğer annem ona güveniyorsa ben de bunu yapabilirdim. Hem zaman bana göstermişti ki o iyi bir insandı. Her zaman beni dinlemişti. Bana zamanı geldiğinde her şeyi de anlatmıştı. Tüm bunlar benim ona güvenebileceğim anlamına geliyordu.
   Beni yanına alıp kendine bir yuva kurmak istiyordu. Yalnız yaşıyordu. Dedem ve anneannem iki yıl önce evlerinde çıkan bir yangında vefat etmişlerdi. İçinde bulunduğu hayat, paylaşılıp çoğaltılmak istiyordu. Onun bu isteğine engel olacak mıydım? Hayır. Bu dünyada beni yalnız bırakmayan tek insanı yanıltamazdım. Teklifini kabullendim. Bu ikimiz içinde yeni bir başlangıç demekti. Çünkü teyzemi gerçekten seviyorum. Bunu o gün de biliyordum.
  Teyzem benim için bir umut olmuştu. Belki de onun sayesinde hiç yaşamadığım duyguyu yaşayacaktım. Görecektim. Bu benim için imkânsızdı. Yani teyzem anlatmadan önce böyle düşünüyordum. Şimdi o bana umut olmuştu.
  Bir zamandır yetimhane müdürüyle iletişimde olan teyzem, beni bu soğuk duvarlardan yırtan el oldu. Onu seviyor hatta minnettar kalıyordum. O bana acımıyor, şefkat gösteriyordu. Herkes bilmelidir ki bunlar tamamen farklı kavramlardır. Ben bunun farkındaydım ve ona inanıyordum.
  Yeni evim daha önce içinde yaşadığım her yerden daha büyük olmalıydı. Çünkü kimseye söylemeyin ama ben yolumu sayılar yardımı ile hesaplayıp yürüyorum. Bundandır ki annem sayıları erken öğrendiğimi söylerdi.
   ***
  Kısa zamanda yeni evime alışmıştım. Teyzem akşamları bana kitap okuyordu. O okurken bazen öylesine dalardım ki, kitapta geçen hüzünlü olaylarda yanaklarımdan süzülen bir damla yaşı fark ederdim. Aslında gözlerimi hissedebildiğimi o zaman anladım. Çünkü gelen yaşlar gözlerimden akıyordu. Ben de bunları hissediyordum. Benden süzülen her damla aslında bir şeylerin varlığının kanıtıydı.
  İnsan çoğu zaman sahip olamadığı şeylere özlem duyar. Bu özlem diğerlerinden farklıdır. O olmadan yaşanabildiğini bilir, onsuz bir hayatın da var olduğunun farkındasınızdır. Ama içinizde küt küt eden yürek hep ister. Olanı da olmayanı da… Siz ise ona istediğini sağlamak için uğraşırsınız.
  Teyzem çok sıcakkanlı bir insandı. Sadece insanlara değil tüm canlılara yardım derdi. Hatta evimizde iki tane yavru köpek vardı. Teyzem onları eve getirdiğinde zavallılar ölme üzereydiler. Bu yavrular evimize geldiğinden beri bana çok iyi arkadaş olmuşlardı. Annemi ve babamı ne zaman özlesem onlarla dertleşirdim. Çünkü onları gerçekten çok seviyordum. Teyzeme de anlatabilirdim belki ama o da annemi özlüyordu. Sürekli onu üzmenin bir manası yoktu. Yavrular da benim bu yakınlığıma ilgi gösterirler, ne zaman üzülsem anlar hemen yanı başıma serilirlerdi.
  O gün teyzem hastaneye gitmişti. Galiba benim için olsa gerek diye düşünmüştüm. Bu konuda da yanılmamıştım zaten. Teyzem eve geldiğinde hemen karşıma oturdu. Bir sinir bulunmuştu. Ama belki de benim işime yaramayacaktı. Bu yüzden fazla heveslenmememi söyledi. Haklıydı. Belki de iyi bir sonuç alamayacaktık. Böyle bir durumda umutlanmak anlamsız olurdu.
  Teyzem birkaç gün daha gereken hazırlıkları ayarladıktan sonra hastaneye gittik. Bazı testler yapıldı. Şimdiye kadar yapılan tetiklerde bir sorun çıkmadı. Teyzem sanki umudunu saklamaya çalışıyordu. Onu anlıyordum. Eğer o da benim gibi heyecan yaparsa bu durum büyük ihtimalle benim de daha fazla umutlanmama neden olacaktı. Anlaşılan onun korktuğu da buydu.
  Artık istediğim tek şey görebilmekti. Belki görürsem, annemin ve babamın bir fotoğrafına bakıp, en azından böyle de olsa onları görebilmenin mutluluğunu yaşardım. Belki gözlerimi sevebilirdim. Acaba ne renktiler? Ya saçlarım nasıldı? Anneminki gibi kumral mı? Babam annemin saçlarının kumral olduğunu söylerdi. Yoksa babamın saçları gibi kara mıydılar? Acaba ben güzel miydim? Güzel nasıldı, çirkin nasıldı ki? Ben hangisiydim.
  İşte tüm bu hayaller beni peşinden sürüklüyordu. Teyzeme fazla umutlanmayacağıma söz mü vermiştim? Yalan söyledim. Belki de ilk kez. Daha önce hiç yalan söyleyip söylemediğimi şimdi hatırıma getiremiyorum.
  Zaman geçtikçe heyecanım daha da artıyordu. Doktor arada bir odama geliyor, teyzemle bir şeyler konuşuyordu. Belki konuştukları şeyi merak ediyordum. Ama yine de bazı şeylerin saklı kalmasının mantıklı olduğunu bildiğimden susuyordum.
  Şu işe bakın ki tüm bu sebepler teyzemi ve doktorun konuştuklarına kulak kabartmama engel olamadı. Teyzem doktora başarı şansını soruyordu. Doktorun söylediği rakam sahiden umut kırıcıydı. Başarı şansım yüzde on. On neydi ki? İki elin parmağı. Yeterli değildi. Zaman bu kadar acımasızca beni meraka düşüremezdi. Bu haksızlıktan başka neydi?
  Konuşmalar tabii ki bu kadarla sonuçlanmadı. Teyzem bu sinirlerin bir akrabama ait olduğunu söylüyordu. İyi de kimdi ki o akraba. Benim akrabam mı kalmıştı? İşte sorular karmaşıklaşıyordu. Doktora sinirlerin bir süredir beklediğini, bu durumun bir sakıncası olup olmadığını sordu. Doktor hafifçe sustu. Sonra inşallah diyerek teyzemin yanından ayrıldı.
  Teyzem bunları duyduğumu katiyen bilmemeliydi. Aksi takdirde uzun bir konuşma yapacağını seziyordum. Haksız değildim. Gerçekten de muhtemelen öyle olurdu.  Ve ben buna hazır olduğumu sanmıyordum. Her şeyi bir anda bilmek istemek bazen zararlı olabilirdi. Bunu en azından şimdi bilmemeliydim. Teyzem muhtemelen zamanı geldiğinde bana gereken açıklamayı yapacaktı.
  Sizin de tahmin edebileceğiniz gibi bu ameliyat gerçekleştiğine on sekizime basmıştım. Her şey sanki bir tesadüf gibi işliyordu. On sekiz yaşıma girdiğimde gerekli sinirin bulunduğu haberini almıştım. Ve az zaman geçtiğini sandığım şu satırlarda sanki yaşlanmış gibiyim. Her şey sahiden bir tesadüf müydü? Bence değildi.
  Ameliyata saatler kalmıştı. Sürekli hayalini kurduğum bu an şimdi yanı başıma oturmuş beklememi söylüyordu. Nasıl mümkün olabilir ki beklemek. Birazdan doktor geldi. Büyük ihtimalle önce teyzeme göz teması ile bir şeyler söylemiş olacak teyzemden bir öksürük sesi geldi. Doktor o zaman lafa başladı. Ameliyat öncesi birkaç basit soruyu yanıtladıktan sonra vakit gelmişti. Bir hemşire geldi ve hazırlıklarımda bana yardımcı oldu. Birazdan ameliyathanenin kapısındaydım.
  Ameliyathane sandığımdan daha soğuktu. Ve beni bekleyen her şey burayı çok daha soğuk hale getiriyordu. İçeri girmek kolaydı ama nasıl çıkacağımı merak ediyordum. Varlığından kayıtsızca haberdar olduğum bu iki göz, endişeyle pembeye bakıyordu. Umutlara… 
  O böyle baktıkça ben korkuyordum. Şu an uyuyordum belki. Ama korkular, umutlar ve endişeler hiç uyumazlar. Siz varsanız onlarda muhakkak vardır. Nasıl bir şeydir ki hiç acı çekmiyordum. Bir an buradan kalkmışım da kendimi izliyormuşum gibi hissettim.
  Zaman ilerledikçe insan monotonlaşır. Buna bağlı olarak da hayat yavaşlar. Kum taneleri bir bir inerken siz defalarca uyur, uyanırsınız. Bende sanki bunu yaşıyor gibiydim. Bitmemişti bir türlü şu ameliyat.
  Ben bu tür şeyleri zihnime duyarken, çoktan ameliyattan çıktığımın farkında değildim. Demek bir körün rüyası da böyle oluyordu. Yine de sustum. Susmak nefes almaktı. Uzun uzun nefes aldım. Derin derin…
  Biraz sonra doktor geldi. Şu anda gözlerimin sarılı olduğunun farkındaydım. Zaten benim için fark etmezdi. Ben hep karanlıktaydım. Sessiz, suskun, ıslak… Benim gözlerim hep yorgundu. Çünkü uğraşıyor fakat asla göremiyordu. Ona çok acıyorum.
  Doktor da derin bir nefes aldı. Alınan derin nefesler iki türlü yorumlanır; ya iyi bir haber ya da… Heyecanımın ve korkumun farkında olan doktor fazla uzatmadı. Ellerinden geleni yaptıklarını gerisini zamanla görebileceğimizi söyledi. Anlaşılan o da sonuçtan haberdar değildi.
  Artık bazı soruların cevaplarını arama zamanı gelmişti. Ama ben teyzem başlasın istiyordum. Ben söylemeden anlatsın. Baktım ki o niyetli değil ben lafı açtım. Teyzeme bu sinirleri bana bağışlayanın kim olduğunu sordum. Şaşırdı. Onları duyduğumu söyledim. Anlamıştı. Sustu.
  Önce susmuş olabilir ama hiç kimse sonsuzu kadar susamaz. Teyzemde susamadı. Bana sinirlerini veren annemdi. Babam da bunu biliyordu. Bu yüzden susmuştu annem hastalandığında. Daha o zaman karar vermişti annem. Teyzeme de o zaman mektup yolladı. Hastalığını öğrendikten sonra.
  Annem öleli on iki yıl olmuştu. Bu yüzden sinirler işe yaramayabilirdi. Başka bir bağış olur belki diyeceksiniz. Olsa da işe yaramazdı herhalde. Bağışın birinci dereceden akraba ile uyuşması daha olumlu sonuçlar veriyormuş. İşte gerçekler bunlardı. Şimdi mutlu muydum? Bilmiyordum. Ama hala umudum vardı.
  Bir hafta olmuştu. Sonuç yakındı. Acaba mutluluk muydu yakın olan yoksa hayal kırıklığımı? Sorular zihnimi meşgul ederken doktor geldi. Zaman tamamdı. Tam bir hafta. Yavaş yavaş ömre cereyan eden dakikalar son haddine ulaşmıştı. Sonuç zamanıydı.
  İki hemşire yavaşça sargıları açmaya başladılar. Yürek küt küt. Daha hızlı olamazlar mı diye düşündüm. Acele ediyordum ki zaman engel olamasın. Üzüntüyse üzüntü, mutluluksa mutluluk. Hemen gelsin ve görmeden yaşadığım bu kâbus sona ersin. İşte son rötuşlar. Bir, iki, üç…
  O da neydi? Gözlerime dehşet saçan bir aydınlık. Ölmemiştim. Öyleyse olmuştu. Zaman umutlarıyla gelmişti yamacıma. Bir kadın karşımda ağlıyor. Yoksa o benim teyzem mi? İlk kez görmek. İlk kez bakmak. Açtım onları. Görüyordum. Karanlığa savaş açarcasına, güneşi kucaklarcasına, baharı koklarcasına görüyorum. Ama adlarını bilmiyorum. Şu sarıymış. Şu beyaz. İnanıyorum artık. Zamanın varlığına inanıyorum. İşte güneş doğuyor. İşte şuradan batacak. Bulutlar… Hafif bir ıslaklık yağıyor başlara. Ellerimi, ayaklarımı, gözlerimi görüyorum.
  Bir ayna tuttular şimdi. Kendimi görüyorum. Uzun saçlarım var. Bu hangi renk diye teyzeme soruyorum. Kumral diyor. Annem. Sen bana neler kazandırdın böyle? Ben layık mıyım buna bilmiyorum. Ama sana minnettarım. Sonsuzlar kadar…
    ***
   Ne şans ama! Görüyordum. Teyzem hala ağlıyordu. Ona engel olacak değildim. Ben de ağlıyordum. Sıkıca kucakladı beni. Doktor şaşkındı hala. Umutsuzdu belli ki. Ama hayat bu ne zaman ne olacağı hiç belli olmuyor.
  Birazdan teyzemle odada yalnızdık. Gülüyorduk. Sürekli hem de. Mutlu olmak bu olsa gerekti. Şimdi karalıydım. Annemi babamı görmek istiyordum. Teyzem çantasından bir fotoğraf çıkardı. Bana benzediğinden onu hemen tanıdım. Annem. Yanında da babam var. İkisi de pek mesut bu fotoğrafta. Bir bebek var fotoğrafta. O da ben olmalıyım. Gözlerim yumuk yumuk. Sanki bu günü hayal etmişiz gibi umutla bakıyoruz.
   ***
  Az sonra ilk kez görerek yemek yedim. Sıcağın üzerinden tüten buharı gördüm. Üfledim ona hiç dökmeden. İlk kez tat aldım belki de. Lezzet görülenmiş meğer. Sonra güneş battı ve zaman doldu. Yarın başladı. Artık geçmiş kalmadı. Merakla, istekle adım atıyordum artık.
  Ertesi gün doktor geldi ve hazırlıklarımı bitirebileceğimi söyledi. Eve dönebilirdim artık. Dışarıda arabalar vızırdıyordu. Korkmuştum. Teyzem geldi ve taksiyi işaret etti. İkimiz de mutluyduk. Arabaya bindik. Deniz parlıyordu alçakta. Güneş ışık tutmuştu tam tepeye. Sanki o da mutluydu bu gün. Tepede yükselen bir gökkuşağı. İşte şimdi tüm renkleri görüyordum. Kırmızı, sarı, turuncu, mavi, yeşil…
   ***
   Tam o sırada oldu her ne olduysa. Çığlıklar havada uçtu. Her yer kırmızı. Gökkuşağı mı dökülüyordu yere? Hayır. Sadece kımızı. Canım acıyordu. Kırmızı bendim. Polisler endişeyle yaklaştılar yanıma. Yaşıyor dedi bir tanesi. Ne olmuştu hala anlayamamıştım. Ambulansın acı iniltileri geldi uzaktan. Teyzem sere serpe yerde. Uyuyor muydu yoksa? Bu saatte!
  Nefesim hafif bir esnemeyle benden ayrılıyordu. Uykum gelmişti birdenbire. Bırakın beni! Uyumak istiyorum. Bu kadar yorulmak yeter! Şimdi renkler dört bir yanımda. Yağmur misali üzerime iniyor. Güneş sarı, yaprak yeşil, kan kırmızı…
    “ Dereden gelen suyun şırıltısı kulaklarıma doluyor, ince bir tını halinde iç dünyama aksediyordu. Tüm zamanların musikisi sanki bir araya toplanmış birleşip, bu küçük ama yapayalnız derenin sularında en güzel sesleri çıkarmak için olanca hissiyle doğaya can veriyor, kuşların şakırdılarına yardımcı, kuşların şakırdılarına yardımcı olan bir ilham aynası gibi, gökyüzünün tüm benliğini, muhteşemliğini benim göremeyen fani gözlerime bile yansıtmayı başarıyordu.”
  İşte bir körün rüyası ancak bu kadar olurdu…      
BUSENUR SEZER
10/C 189

   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder