Zaman
bir türlü geçmek bilmiyordu. Saatin tik taklarını artık kafasının içinde duyuyordu.
Yanındaki mavi tişörtlü, ince, sivri çeneli, dik saçlı genci fark ettiğinde düşüncesi
birden dağıldı. Cep telefonuyla oynayan bu delikanlıyla tam dönmeden sohbet
etmek istedi. Ona merhaba bile demeden nereli olduğunu, niçin buraya geldiğini,
ne kadar daha geleceğini, askere gidip gitmediğini, ailesinin nerde olduğunu ve
bunun gibi bir takım soruları peş peşe sordu. Genç bu sorulara cevap vermek istemeyen
bir yüzle kaşlarını hafif yukarı kaldırarak, yarım ağızla konuşuyor, onun
yüzüne dahi bakmadan arada durarak telefonuyla oynamaya devam ediyordu. Sustu
içinden gence küfretti. Saygısız diye mırıldandı. Başını öne eğdi. Boyasız
ayakkabılarına boş gözlerle baktı.
Saatini koluna takmamıştı, takamazdı; çünkü saatinin bu kola
yakışmadığını düşünüyordu. Ceketinin sol cebinden tam çıkarmadan göz ucuyla
şöyle bir baktı ona. Ceketinin içinde bir müddet avucunda sıkarak tuttu. Yine
aynı şeyleri düşündü. Saatin tik takları o kadar yavaş ve ağırdı ki her biri
kafasına iniyordu. Onu o duvardan almak yere çalmak üstünde tepinmek istedi.
Hâlbuki onun saatinin saniyesi hiç ses çıkarmıyor, onu sukuta çağırıyordu. Bu
duvar saati ona geçmeyen yıllar gibiydi.
Yerinden kalkıp üzerinde üç tane s harfi motifi olan
sandalyeye geçmek istedi.Bu duvar saati onu deli ediyordu.Ansızın kalktı çıkış
kapısına yöneldi.Kapı sıkışmıştı veya kilitlenmişti.Kolu çevirip kendine
çekiyor ama bir türlü açamıyordu.Çok bunaldı.Herkes ona bakıyor olmalıydı.Bir
kapıyı bile açamayan adam demişlerdir, herhalde diye düşündü.Sivri çeneli, mavi
tişörtlü, dik saçlı, zayıf genç yerinden kalktı, kapıyı karşı yöne doğru
itti.Oysaki o kendine doğru çekip durmuş, bir türlü bunu akıl edememişti.Dışarı
çıktığında koridordaki tablolara anlamsız anlamsız bakıp durdu.Tekrar içeri
girip sırasının gelmesini beklemeliydi ama yapmadı.Yapamadı denilmesinden
nefret ederdi .Bu onun tercihiydi.Merdivenlerden inerken yeniden aynı şeyleri
düşündü.Saatini sol cebinden tam çıkartmadan ona baktı, avucunda bir müddet
sıktı.İki kat inmişti. Son katı inmedi, koridora yöneldi .Koridorun sonunda
Terzi İsmail yazısın gördü.İçeri girdi,selam verdi.Kısa boylu, gömlekli, post
bıyıklı, gözlüklü, orta yaşlı, kel bir adam selamını aldı.Hemen adamın
karşısındaki sandalyeye oturdu:”Nasılsın?” dedi.Adamın elinde ceket
vardı,parmağındaki terzi yüzüğü onu dikiyordu,
durdu:”İyiyim,buyurun.”dedi.”Kaça?”dedi.Terzi ne diye cevap verdi.Sohbet olsun
istiyor ama olmuyordu.Bir takım elbiseyi kaça dikiyorsunuz? diye sorusunu
uzattı.Terzi:”Kumaş bizden mi sizden mi? “dedi.Bu muhabbeti
sevmedi.”Sizden.”dedi.”Hangi kumaş?”dedi.Kumaş toplarını gösterdi.İyice
sıkıldı,”Sonra bakarım.”dedi,kapıya yöneldi.Çıkarken adamın kolundaki saatine
baktı, hızlı adımlarla buradan çıkmak istedi.Dış kapıdan çıktığında şiddetli
bir yağmur onu bekliyordu.Dolmuşa kadar yürüdü, kuru bir yeri
kalmamıştı.Dolmuştan indi doğruca evine gitti.Eline geçirdiği bir kağıda ıslak
elbiselerini değiştirmeden yazmaya
başladı.Ne zaman ruhunda bir sıkıntı hissetse, içindeki tüm kapıların
kilitlendiğini düşünse hep aynı arayışla aynı şeyi yazardı.Kağıdın sağ
köşesinden başladı yazmaya Arap alfabesiyle “Ya Hafız”. Kağıdın sol alt
köşesini doldurduğunda kilitlerin açıldığını sıkıntısının azaldığını
hissediyordu.Hiçbir eşya koymadığı odasında diğer kağıdın yanına bu kağıdı da
yapıştırdı.Üç duvar baştan başa ”Ya Hafız”yazılarıyla doluydu.
Balkona çıktı, karşıdan gelen kadını ablasına
benzetti.İçini yeniden bir sıkıntı kapladı.Islak ceketindeki ıslanmış saati
çıkardı,yeniden göz ucuyla baktı ona. Saat11:12’yi gösteriyordu. Her şeyi kaybettiği,
herkesi yitirdiği andı.
Aile apartmanlarının yerle bir olduğu o gün enkazdan
çıkan bu saat, babasının saatiydi. On sekiz sene geçmiş;ama hala o günü
unutamıyordu.Kardeşini,ablasını, annesini, babasını, amcalarını herkesi
kaybetmişti.
O gün o hariç tüm aile onlardaydı. Kardeşinin nişanına o
hariç herkes gelmişti. Dedeleri, anneannesi, kuzenleri, dostları ve arkadaşları
o gün her şeyini yitirmişti.
Onlara kavuşma isteği dayanılmaz bir hal aldığında O’na
sığınıyordu. Artık terapilerde işe
yaramıyor o beklemeler bile onu bunaltıyordu. Aldığı ilaçların dozu artsa da beyhudeydi.
Ona göre sadece onu “Hafız” olan koruyordu.
Kağıdı aldı sağ üst köşeden “Ya Hafız” yazmaya devam
etti.
Hasan Fahri DURAL
Ünye
MRG Fen Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder