10 Temmuz 2015 Cuma

MAKALE MEHMET ÂKİF ERSOY’UN MANZUM HİKAYELERİNDE TOPLUMSAL TEMA



MEHMET ÂKİF ERSOY’UN MANZUM

 HİKAYELERİNDE TOPLUMSAL TEMA


Kalıcı olmak, ölümsüzlüğü yakalamak her şairin/yazarın bu dikenli yolun başına geldiğinde dimağında yer alan en büyük hayalidir. Kimi şairler aynı ülküyü paylaştığı milletinin dününde, bugününde ve yarınında yer almayı başarabiliyorken; kimi şairler de sürdükleri bir nefeslik ömrün tamamlanmasıyla tarihin tozlu sayfaları arasında yok olur gider.
Türk tarihinin en sıkıntılı dönemlerine şahitlik etmiş, bu sıkıntıları iliklerine kadar hissetmiş ve hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmadan davası uğruna mücadele etmiş olan Mehmet Âkif, kalıcı olmayı başarabilmiş ender şahsiyetlerden biridir.

Mehmet Akif, denildiğinde akla bağımsızlığımızın sembolü olan İstiklal Marşı ve destansı üslupla yazdığı Çanakkale şehitlerine şiiri gelmektedir. Onun büyük bir şair olduğunu ispatlamak için hiç şüphesiz bunlar yeterlidir, hatta fazladır. Ancak Âkif bu iki şiir dışında özellikle yazdığı manzum hikayelerle toplumsal konuları gerçekçi bir üslupla ele almış, toplumun hassasiyetlerine tercüman olmuştur.
           
Şiir ve sanat anlayışını topluma faydalı olma noktasında toplayan Mehmet Âkif, eserlerinde toplum için kurtarıcı ve gerekli olduğuna inandığı fikirler üzerinde durur.

“Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim...
 İnan ki her ne demişsem, görüp de söylemişim.
 Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek;
 Sözüm odun gibi olsun hakikat olsun tek!”
dizeleriyle sanat anlayışını özetleyen Âkif, hayatı boyunca dürüstlüğü ilke edinmiş âbide bir şahsiyettir. Aldığı eğitim ve terbiye onu içli, duygulu, milli ve manevi değerlerine bağlı bir insan kılmıştır. Âkif halkın sıkıntıları ve dertleriyle dertlenmiş, bunları eserlerinde dile getirmiş ve vatanın kurtuluşu için çareler aramıştır. Âkif, toplumdaki bu acılardan dolayı yaralıdır. Onlara şifa verememenin aczi ve ızdırabı içindedir. Bu nedenle toplumda gördüğü her yaraya parmak basar; bunları harikulade gözlem yeteneğiyle bir resim tablosu haline getirir. Akif’in şiirini, bir nevi “bütün bir toplumun günlüğü” olarak kabul eden Sezai Karakoç’a göre “Türk edebiyatında, Âkif kadar, hayatı şiire ve şiiri hayata sokmuş şair yoktur.” Akif, yüzyıllardır sahip olduğu iman değerlerini, çok yönlü bir çözülüşün etkisi altında kaybetme tehlikesiyle karsı karsıya gelen Türk Milleti’nin durumundan rahatsızlık duymakta ve sanatı ile bunu ifadeye gayret göstermektedir.

Prof. Dr. Mehmet KAPLAN, Âkif’in sanatının büyüklüğünü “Türk edebiyatında onun kadar içinde yaşadığı devri bütün teferruatı ile gören ve gösteren başka bir sair yoktur, denilebilir. Safahat, adeta muayyen bir nokta-i nazardan tasvir edilen bir manzum romana benzer: Sokak, ev, kulübe, saray, meyhane, cami, köy, şehir, fakir, zengin, dindar, dinsiz, cılız, pehlivan, korkak, kahraman, halk, yüksek tabaka, münevver, cahil, yerli, yabancı, Avrupa, Asya, ticaret, siyaset, harp, sulh, şehircilik, köycülük, mazi, halihazır, hayal, hakikat, hemen hemen her şey Akif’in duyuş ve görüş sahnesine girer.” sözleriyle özetler.

            Halk acı çekerken, toplum rezil ve sefil olup yerde sürüklenirken hassas bir kalp taşıyan Akif in kendinden bahsetmesi beklenemezdi. Bu nedenle,
" Hânümanlar çöküyor, zelzele yalnız bana mı?
   Ortalık can çekişirken açamam ben yaramı "  diyerek kendi dertlerinden söz etmeyi insafsızlık olarak görmüştür.

 "Bir değil yüz bin bahar indirse hattâ asuman;
   Hiç kımıldanmaz benim ruhumda kök salmış hazan!
   Dem çeker bülbül... Benim beynimde baykuşlar öter!
   Sonra, karşımdan geçer, bir bir, yıkılmış ianeler! "
Bu dizelerinde sözünü ettiği "yıkılmış ianeler" ise onun şiirinde çok önemli bir yere sahiptir. Çünkü yuvaların yıkılıp ailenin dağılması toplumun zarar görmesine neden olacaktır. Topluma baktığı her an bu duyguları yaşayan, kötü gidişi gören Akif, sanatı, şiiri bir mesaj olarak
görür ve o yolda kullanmaya çalışır. Edebiyattan beklediği de aynı şeydir. Nasıl bir edebiyata ihtiyaç duyulduğunu  şöyle ifade eder:
"Biz bugün hey'et-i içtimâiyemizin gözünü açacak, hissiyatını yükseltecek, hamiyyetini galeyana getirecek, ahlâkını tehzîb edecek, hülâsa bize her ma'nâsıyla ders-i edeb verecek bir edebiyata muhtacız..."
Akif’in toplumun günlük hayatına ve sorunlarına dair çizdiği tablolar “çoğu zaman bir feryatla, acı bir çığlıkla” gözler önüne serilir. Yaşanan çöküş ve yozlaşmalar, Akif gibi toplumuna karşı duyarlı bir şairi son derece üzer. Şiirlerinde resmettiği bu manzaralar karşısında bu nedenle de kimi zaman acılı ve öfkeli, kimi zaman eleştirel kimi zamana coşkulu, ya da müşfik bir ses tonu kullanır. Akif neyi konu alırsa alsın onun şiirlerinde değişmeyen özellikler, onun gerçeği yansıtmakta gösterdiği özen ve bunu dile getirişteki samimiyettir.
Âkif, toplumsal mesajlarını cami, okul, meyhane ve kahvehane olarak ön plana çıkan dört kurum üzerinden vermektedir. Bir bakarız Akif Süleymaniye Camii ve Fatih Camii üzerinden mesajlarını vermekte, bir bakarız meyhane ve kahvehane üzerinden.
Çalışma, insanın en temel eylemlerinden ve insan olarak var olmanın şartlarından biridir. Hayatın tüm alanlarında insanın muvaffak olduğu başarılar, onun çalışan bir varlık olmasına dayanır.  Çalışmayanın insanlar arasında değeri de olmaz. Âkif, bu gerçeği şu dizelerle vurgular:
  “Bekayı hak tanıyan, say’i bir vazife bilir
   Çalış, çalış ki beka sa’y olursa hak edilir.”

Âkif’in bütün şiirlerinde “çalışma” üzerinde çok durduğu görülmektedir. Hatta bütün kainat çalışma halindedir ve yorulmaz. Çalışmayan insan tabiatın dışındadır. Durmak bir millet için ölmek demektir. Kaderci insan Allah’ı her işine vekil etmiş, her şeyi onun yapmasını beklemektedir. Tevekkülü yanlış yorumlamakta ve din adına hurafeler uydurmaktadır. Bunu şu dizelerde görürüz:
 “Çalış!" dedikçe şeriat, çalışmadın, durdun,
  Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun!
  Sonunda bir de "tevekkül" sokuşturup araya,
  Zavallı dîni çevirdin onunla maskaraya…”!

Akife’e göre bozulan toplumu düzeltme görevi okul ve öğretmenlere aittir. Bir toplumun kalkınması, müreffeh bir toplum haline gelebilmesi için eğitim şarttır. Onun arzu ettiği toplumu oluşturacak fertleri yetiştirecek öğretmen çok önemlidir.  Ona göre öğretmen imanlı, edepli liyakatli ve vicdanlı olmalıdır:
“Muallim ordusu derken, çekirge orduları
  Çıkarsa ortaya, artık hesâb edin zararı!
 ‘Muallimim’ diyen olmak gerektir îmanlı;
  Edebli, sonra liyâkatli, sonra vicdanlı.
  Bu dördü olmadan olmaz: vazife, çünkü, büyük…”

            Âkif’in mensup olduğu millet ilim, teknoloji ve bilginin ahlak ve faziletin doruğunda olmalıdır. Çünkü teknoloji ve ahlaktan uzak milletler diğer milletlerin ayakları altında ezilemeye mahkûmdurlar. Âkif, vatan ve millet kavramını hep birlikte ele almıştır. Vatanın batması demek milletin yok olması demektir. Akif, bir milletin birlik ve beraberlik içinde olması gerektiğini söyler. “ Milletler topla, tüfekle, zırhlı ordularla, tayyarelerle yıkılmıyor ve yıkılmaz. Milletler ancak aralarındaki rabıtalar çözülerek, herkes kendi başının derdine, kendi havasına, kendi menfaatini temin etmek sevdasına düştüğü zaman yıkılır.”  Milletimiz bir oldukça, düşmana karşı yek vücut oldukça asla yıkılmayacaktır. Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de : “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın…” buyurmaktadır. Yine Hz. Muhammet (SAV) : “Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır.” buyurmaktadır. İslami hakikatleri sanatının birinci kaynağı yapan Âkif, bu durumu düşünce imbiğinden geçirmiş ve Süleymaniye Kürsüsünde şu dizelerle dile getirmiştir:
"Girmeden tefrika bir millete düşman giremez,
             Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez"


            Âkif’e göre toplumun en önemli yapı taşlarından birisi hiç şüphesiz ailedir. Aile kurumu daima ayakta tutulmalıdır. Aile müessesine ve topluma en büyük zararı meyhaneler vermektedir.

"Basık tavanlı, karanlık, sefil bir dükkan;
İçinde bir masa, yâhud civar tabutluktan
Atılma çok ölü görmüş acıklı bir teneşir!
Yanında hurdası çıkmış bir eski püskü sedir.
Beş on kadeh, iki üç testi... Sonra tezgâhlık
Eden yan üstüne devrilme kirli bir sandık…”

            İşte bu manzaraya sahip meyhaneler birçok ailenin dağılmasına neden olmuştur. Zamanını burada geçiren insanlar dünya hayatından pişmanlık duymakta, çıkan dünya işlerine yabancılaşmakta, ümitlerini kaybetmektedir. Geride kalan çocuklar, yaşlı analar, eşler mağdur edilmekte. Akif bu durumu “Meyhane” şiirinde meyhanede kocasına evine götürmeye gelen kadının ağzından şöyle ifade eder:

“Ayol, nedir senin bu yaptığın? Utan azıcık…
             Anan da, ben de, yumurcakların da aç kaldık!
             Ne iş, ne güç, gece gündüz içip zıbar sade;
 Sakın düşünme çocukların ne yer evde?”
Oradaki insanların kendine yardım edeceğini ummaktadır. Ancak bu sefil insanlar yardım yerine yangına körükle giderler. Onların tahrikleriyle bilincini ve ruhunu yitirmiş olan koca karısını boşar. Âkif, bugün de toplumumuzun kanayan yarasına o günden parmak basmış ve toplumsal konulardaki duyarlılığıyla toplumu  okumada ne derece başarılı olduğunu göstermiştir.

            Âkif, meyhaneden sonra gözünü kahvehaneye diker. Kahvehane de tıpkı meyhane gibi toplumun çekirdeği olan aileyi yıkar. İnsan mutluluğu burada değil evinde aramalıdır. Kahvehanedeki insanları şöyle tarif eder:
"Dilenci şekline girmiş bu sinsi caniler,
Bu, gündüzün bile yol vermeyen, haramiler,
Adımda bir, dikilir, azminin, gelir, önüne...
Zavallı yolcunun artık kıyar bütün gününe!
Evet, dilenci sanır seyreden kıyafetini;
Fakat bir onluğa âgûş açan sefaletini,
Görüp de rikkate şayan, biraz sokulsa, hemen,
Vurur şikârını tâ kalbinin samîminden!
Âkif, Frengiden daha tehlikeli bulduğu, ülke için yüz karası gördüğü hatta ülkeyle sınırlamayıp tüm Doğu’nun en kanlı yarası olarak nitelediği bu kuruma büyük bir nefretle bakıyor. Akif, kahveyi katil olarak niteler. Bu kez o tüm Doğu’nun katilidir.  Ve daha şiirinin başında:

"Mahalle kahvesi hala niçin kapanmamalı?
  Kapansın elverir artık bu perde pek kanlı! " diyerek kahvehanelerin kapatılmasını ister.
            Mehmet Âkif, mütedeyyin bir insandır. O, İslam dinin bütün hassasiyetlerini yüreğinde hissetmekte, Kur’an ve sünnet ışığında hayatını idame ettirmektedir. Onun bu hassasiyetini “Meyhane” ve “Mahalle Kahvesi” adlı şiirlerde görmekteyiz. Âkif, meyhaneyi ve kahvehaneyi anlatırken kendi ağzından değil, üçüncü kişinin ağzından anlatır. Onu şiirde de olsa bu mekânlarda göremeyiz.
            Âkif, aile hayatını önemser. O, meyhane ve mahalle kahvesi yerine aile hayatını koymak suretiyle bir alternatif sunar. Aile hayatını en büyük saadet olarak gösterir:
"Hayât-ı aile" isminde bir ma'işet var;
 Sa'âdet ancak odur... Dense hangimiz anlar?
 Hayât-ı aile dünyada en safalı hayât,
 Fakat o alemi bizler tanır mıyız heyhat!
 Sabahleyin dolaşıp bir kazanca hizmetle;
 Evinde akşam olursan kemâl-i izzetle;
 Karın, çocukların, annen, baban, kimin varsa,
 Dolaşsalar; seni kat kat bu hâleler sarsa;
 Sarây-ı cenneti yurdunda görsen olmaz mı?
 İçinde his taşıyan kalb için bu zevk az mı?
Mehmet Akif’in şiirlerinde ele aldığı insanlar arasında yetim ya da öksüz kalmış, kimsesiz insanlar önemli bir yer tutar. Bunların bir kısmı çocuk yaşta ailesini, annesini ya da babasını kaybetmiş çocuklar bir kısmı ise yalnız yaşayan, kimsesi olmayan yaşlı insanlardır. Kimsesiz insanların hasta olması ya da ölmesi, manzumelerde acıma ve merhamet duyguları öne çıkarılarak işlenir. Bunlardan ilki “Hasta” manzumesidir. Burada anlatılan olay, manzumenin başında belirtildiği üzere Halkalı Ziraat Mektebi’nde geçer. Dolayısıyla bu konu, şairin birebir gözlemlediği, gerçek bir olay etrafında şekillenir.

            Âkif, elindeki hakikat aynasını toplumun her kesiminin üzerinde gezdirir. Bazen görevini layıkıyla yapmayan doktor eleştirilerinden nasibini alır. Hastasını soymadan muayene eden doktora şöyle seslenir :
“- Bence Doktor, onu siz soyarak dinleyiniz;
  Hastalık çünkü değil öyle ehemmiyetsiz.
  Sade bir nezle-i sadriyyemi illet? Nerede?
  Çocuğun hali fenalaştı son günlerde,”

            Âkif yaşlılara, kadınlara ve çocuklara hep merhamet nazarıyla bakmış ve bu durumu sık sık dile getirmiştir. Âkif, boşanmanın şiddetle karşısındandır. Şair, Hz. Peygamberin "Bir talâk oldu mu dünyâda, semâlar titrer!" hadisini “Köse İmam” adlı şiirinde “ilmi az, görgüsü çok, fıtratı yüksek” bir mahalle imamının dilinden şöyle anlatıyor:

“Müslümanlıkta şeriat bunu emretmiş imiş
  Hem alır hem de boşarmış: Ne kadar sade bir iş”

Şair kadına şiddetin münasebetsizliğini yine Köse İmam’da dile getirir :
             Keyfim ister döverim, sen diyemezsin  : Dövme.
             Bu tecavüz sayılır doğrusu haysiyyetime
-  Hangi haysiyyetin, oğlum? O da varmış desene!

Kadınlara karşı davranışta, onların yardımına koşmanın en başta gelen vazife olduğunu söyleyen şair; ihtiyarlar, kadınlar ve çocuklar olmak üzere üç sınıf halka içinin parçalandığını, bunlara merhamet, güler yüz, iyi muamele göstermek gerektiğini söyler:

            “Üç sınıf halka içim parçalanır, hem ne kadar!
İhtiyarlar, karılar, bir de küçükler; bunlar
Merhamet görmeli, yüz görmeli insanlardan;
Yoksa insanlığı bilmem nasıl anlar insan?”

“Dirvas”  şiirinde halk yoksulluk içinde kıvranırken kendisi sefahat içinde yaşayan yöneticileri eleştirir ve onlara yol gösterir. Fatih Kürsüsünde vaizin ağzından toplumsal duyarlılıktan yoksun insanları; zavallı, hayata küskün, züppe ve kılıksız, sefahat zevkince yaşayanlar olarak niteler ve bu insanlarla topluma mesaj verir. Akif, dostlarına ve sevdiklerine karşı daima vefalı olmuştur. Toplumdaki her ferdi simgeleştirdiği “Seyfi Baba” ile vefalı olmaya, dostlarını unutmamaya, yaşlıları ziyaret etmeye davet eder.

Akif, yöneticide bulunması gereken vasıfları İslam tarihinden örnek aldığı bir menkıbe ile aktarır. “Kocakarı ile Ömer” adlı manzum hikayede:
“Kenâr-ı Dicle‟de bir kurt aşırsa bir koyunu,
Gelir de adl-i ilâhî sorar Ömer‟den onu!
Bir ihtiyar karı bî-kes kalır, Ömer mes‟ûl!
Yetîmi girye-i hüsrân alır, Ömer mes‟ûl!

dizleriyle yöneticilere örnek olması gereken asr-ı saadet’i model olarak sunar. Çünkü İslam inancına göre bir devletin yöneticisi, o ülkedeki her türlü sefaletten, haksızlıktan, zulümden sorumlu olan ve bu sıkıntıları bilip buna çözüm üretmesi gereken konumdadır; idarecinin asli görevi de budur.
            Milletine karşı vazifesini layıkıyla yerine getiren Âkif, milletimizin hafızasının her köşesinde kalıcı akisler bırakmış olmasına rağmen mütevazılığı elinden bırakmaz:
Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,
Günler şu heyûlâyı da er geç silecektir.
Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma;
Sessiz yaşadım; kim, beni, nereden bilecektir...

Akif’in gözlem ve tasvirlerdeki ayrıntı gücü, kendine özgü anlatım tarzı, şefkatle isyan arasında gidip gelen söylem tonu, lirizmi, sağlam kompozisyonu ve aruza başarıyla uyguladığı dili, gür sedasıyla ile edebiyatımızda hep en müstesna yere sahiptir.   Bizler, şiirimizin ve düşünce hayatımızın, dîni lirizmin gür sesi olan Âkif’i hep duyduk ve duymaya devam edeceğiz
Sözü Akif’in, Süleymaniye Kürsüsünde adlı eserin sonunda yaptığı duanın bir bölümü ile bitirelim:
Yâ ilâhî bize tevfîkini gönder…
-Âmin!
Doğru yol hangisidir, millete göster….
-Âmin!
Rûh-ı İslâm‟ı şedâid sıkıyor, öldürecek.
Zulmü te‟dîb ise maksûd-ı mehîbin, gerçek,
Nâra yansın mı beraber bu kadar mazlûmun?
Bî-günâhız çoğumuz… Yakma İlâhî!
-Âmin!                                        Bilal YANIK 
Ünye Mehmet Refik Güven Fen Lisesi Müdür Başyardımcısı
1-AKTAS, Şerif, Yenileşme Dönemi Türk Şiiri ve Antolojisi, C.1, Akçağ Yay. Ankara, 2003.
2-AKYÜZ, Şerif, Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi, İnkılap Kitabevi, 6. bs. İstanbul 1985
3-BANARLI, Nihad Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, MEB Basımevi, İstanbul 1997
4- ENGİNUN, İnci, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, Dergah Yay. 3. Bs. İstanbul 1998
5- KABAKLI, Ahmet, Şiir İncelemeleri, Türk Edebiyatı Vakfı Yay. İstanbul 1992
6- KAPLAN, Mehmet, Şiir Tahlilleri, C.1 Dergâh Yay. İstanbul, 1998.
7- KARAKOÇ, Sezai, Mehmet Âkif, Diriliş Yayınları, İstanbul, 1996.
8- OKAY, Orhan, Batılılaşma Devri Türk Edebiyatı, Dergâh Yayınları, İstanbul 2005,
9- TANPINAR, Ahmet Hamdi, Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergâh Yay. 5. bs. İstanbul, 1998.
10- YILDIRIM, Tahsin, ÖZDEMİR Saban, Fikirler ve Hatıralar Etrafında Mehmet Akif’i Anlamak, Yağmur Yay. İstanbul, 2008.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder