10 Temmuz 2015 Cuma

MAKALE SİYONİZM VE ABDÜLHAMİD



SİYONİZM VE ABDÜLHAMİD


1.Bölüm: Siyonizm nedir ve nihai varmak istediği nokta nedir?
Abdülhamid’in Siyonizme karşı mücadelesini anlamak için öncelikle Siyonizmi ve Sion hayalinin nasıl oluştuğunu bilmek gerekir.
M.Ö 587’de Babil Kralı Nabukadnezar liderliğindeki Babillerin istilasıyla Yahudiler bağımsızlıklarını kaybetti.Nabukadnezar Süleyman Mabedini ve Kudüs’ü yakarak Yahudilerin önde gelenlerini Babil’e sürdü.Ünlü Babil esareti bundan sonra başladı.Ama asıl önemli olan,geçmişte İngiltere’nin ve İngilteredeki sömürecek kaynakları sömürüp,sonra ABD’YE geçip tarihi emellerini bir bir gerçekleştirip ve son bir adımı da başka bir devletin arkasına saklanarak yapmak isteyen Yahudilerin nasıl bu işe giriştiklerini  ve ne kadar uzun zaman Sion hayalini koruduklarını,temelini Yusuf Besalel’in Yahudi tarihi adlı kitabındaki şu cümlesinden yola çıkarak anlayabiliriz: “Yehudanın yıkılmasından sonra başlayan Babil esareti İsrailoğullarına istisnai bir özellik kazandırmıştı.Başka ülkelere dağılıp bugüne dek niteliklerini korumuş başka bir ulus mevcut değilken Babil’e gelen Yahudilerin tümü kültürünü muhafaza edemese de ulusun bir bölümü kendini dış etkilerden korumayı öğrenmiş ve bu niteliği İsrail Devleti kurulana dek sürdürmüştü.Başka bir deyişle farklı uluslar arasında bir yaşam tarzı olarak Yahudilik Babil’de doğdu.
Yeniden Filistin’e dönen Yahudiler bir müddet Romalıların egemenliği altında yaşadılar.Ancak isyan ettiler.Prens Titus isyanı bastırdı ve Yahudiler Kudüsten çıkarıldı.Böylece  20. Asıra kadar sürecek olan Yahudi Diasporası başlamış oldu.Yahudiler,Romalıların baskısı ve sürgünü neticesinde yaklaşık iki bin yıl dünyada dağınık bir hayat yaşadılar.Kitab-ı Mukaddesin Mezmurlar bölümünün 137.Pasajında vurgulandığı gibi Sion’a olan özlemlerini hiç yitirmediler. Sion’a dönmedikçe Arz-ı Mevud’u (vaadedilmiş topraklar) gerçekleştirmedikçe hiçbir mutluluğun tam olamayacağına inandılar.
Her ne kadar bu masum bir hayal gibi görünse de Yahudinin itikadı sapkın bir itikaddır.Bu emellerini gerçekleştirdiklerinde yapacakları çok vahimdir.Daha tam anlamıyla Arz-ı Mevud’a ulaşmadan son 65 yılda yapılanlar bunu haklı çıkarıyor.Yahudinin itikadına gelince tahrif edilmiş Tevratta da belirtildiği gibi Yahudi milleti kendini diğer milletlerden üstün görür ve diğer milletlerin Tanrı tarafından kendilerine köle olarak kullanılmak üzere verildiğine inanırlar.Çünkü onlar Yahudilerin Şeytan ile Hz.Havvadan meydana geldiklerini(ki onlara göre Şeytan kutsaldır.Ona Nur-i Ziya derler,yani bizdeki gibi kötü değildir) söyleyip,Hz.Adem ile Hz.Havva’dan meydana gelen diğer milletlerin (ateşin topraktan üstün olması sebebiyle)kendilerine hizmetkar olması gerektiğine ve bu emellerini gerçekleştirdiklerinde Tanrının onları mükafatlandıracağına inanır. Bu yolda ise diğer milletlerin kendilerine çıkaracağı zorluklar karşısında onlara acımayarak öldürmeleri itikadlarınca meşru bir şeydir.İşte böyle masummuş gibi görüne Sion hayalinin ne kadar vahim şeyler doğuracağı itikadlarından da anlaşılıyor.Fakat bu ahvalden bu emeli benimsemeyen anti-siyonist Yahudileri tenzih ederim.Fakat Yahudilerin ekserisi bunu benimser ve Müslüman Türk milletini Yecüc ve Mecüc milleti olarak tanımlarlar.Benim Şahsi kanaatimdirki bu gibi inançlarından dolayı Yahudilerin Filistinde olmaları sakıncalıdır.
Ortaçağ Avrupasına gelindiğinde ise Yahudiler gettolarda tecrit edilmiş bir şekilde yaşayorlardı..Avrupalılar arasında antisemitizm güçlü ve köklüydü.Şeytani bir varlık olarak görülen Yahudiler kuyuları zehirlemek, kutsanmış ekmeğe saygısızlık yapmak ve kanlarını ibadetlerinde kullanmak amacıyla Hristiyan çocukları öldürmekle suçlanırlardı. Yahudinin ne kadar sinsi olduğunu T.S Eliot’un şu dizelerinden anlayabiliriz:
Balyaların altında fare
 Destelerin altında Yahudi
Bakuninin de Yahudi karşı olduğu açıktı.Karl Marx ile Rotschild’i bir tutuyordu.Prudhon da Yahudileri kalpazanlık,üçkağıtçılık,sahtekarlık,tefecilik ile özdeşleştirmişti.Ona göre baş şeytan(iblis veya ehrimen) Sami ırkında vücut bulmuştu.Avrupa’da bunlar yaşanırken II.Bayezid zamanında Osmanlı diyarına gelen Ortaçağın lanetlisi bu halk kendi hükümdarlığını doğrudan hedef almayan hiçbir unsuru dışlamayan,hoşgörüsüyle ve adaletiyle cihana nam salmış olan Osmanlı Devletinde rahat bir hayata kavuştu.Buna Osmanlıya karşı faaliyette bulunmamış şeytana tapan halklara bile el sürmeyen Osmanlının Şahkulu propagandasıyla Anadoluya fitne yayan Alevilere karşı olan tutumu misal olarak verilebilir.Sabetay Sevi’nin Mesihlik iddiasıyla ortaya çıkışına kadar Yahudilerle fazla bir sorun yaşanmadı.Esasında Sabetay Sevi,Siyonizm fikrinin ilham kaynaklarından biriydi.İsrail Devletinin kurulması yolunda Sabetaycıların İttihatçılıktaki rolleriyle Theodor Herzl’in 1897 Basel Siyonist Kongresi sonrası Abdülhamid indindeki teşebbüslerini bu bağlamda düşünmeliyiz.David Icke gibi anti-siyonist Yahudilerin ve Albert Pike gibi masonların da savunduğu fikirlerden hareketle Yahudilerin hayallerini gerçekleştirmede iki farklı yolu vardı.Bunlardan ilki Sultan Abdülhamid’den Osmanlı Devletinin mali ve askeri bunalımlarını göz önüne alarak Filistin’in kendilerine verilmesi hususunda yapacağı yardımlarla Osmanlıdan Filistin’i aldıktan sonra Arzı Mevud için gereken diğer adımları atmaktı.Fakat bekledikleri gibi olmadı.Abdülhamid’den Theodor Herzl’e giden tokat gibi sözler Yahudilerin ikinci yola meyletmelerinde tesir etmiştir.Bunu ileride uzun olarak inceleyeceğim.İkinci yol ise bir savaş çıkartılacak,Osmanlı Devleti yıkılacak ve bu büyük savaşta Avrupa kendi derdine düşmüşken Filistin Yahudilere ilhak olunacaktı.Hepinizinde malumudurki bu ilk savaş 1.Cihan Harbidir. 18.Asırdan itibaren yaklaşık iki asır emellerini gerçekleştirebilmek için İngiltere’nin içine sızarak,bütün mali işlerin yaptıkları zekice işler sonucu Rotschild ailesinin eline geçmesiyle birlikte Yahudiler hem İngiliz halkının bunu görmesini engellemek ve hem de Sion hayalini gerçekleştirmek için yoğun çaba sarf ettiler.Bu sayede hem halktan çekeceği tepkiyi azaltacaklar  hem de Sion’a doğru adım adım ilerleyecekti.
Nitekim 1.Cihan Harbinden en kazançlı çıkan İngiltere,1917 yılında da Filistin resmi olarak Osmanlı toprağı olmaktan çıkmamışken adını İngiliz Hariciye Nazırı Arthur Balfour’dan alan  Balfour Deklarasyonunu yayınladılar.Buna göre İngiltere belirli bir miktar karşılığında koca Filistin’i Rotschild ailesine satıyordu.İşte Ulu Hakanın yıllarca olmaması için uğraştığı şey yavaş yavaş gerçekleşiyordu.İkinci adımda ise yine bir dünya savaşı çıkartmaktı ve çıkarttılar da.Bu iki savaş arasında Filistine İsrail Devletini kurmak için temin edilecek Yahudi nüfusu göç ettirmeye çalışılıyordu.Fakat ekserisi Avrupa ve Rusyada rahatça yaşamlarına bakan ve ticaretini bozmak istemeyen Yahudiler Filistin’e göç etmek istemiyordu.Bundan mütevellit Yahudi düşmanlığıyla bilinen Hitler yine Yahudiler tarafından başa getirildi.Belki çoğu kişiye bu görüş saçma gelebilir fakat amaç bu göç etmek istemeyen Yahudileri birincisi mecburen göçe zorlamak,ikincisi de bu göçleri meşru kılmak için Avrupada Yahudi halkına zulüm yapıldığına dair kamuoyu oluşturup Filistine göç için tepki çekmemekti.Hatta gettoların kuruluşunda Rockefellerin katkısı vardır.Fakat bu üst akıl halkının ölmesini değil korkmasını istiyordu.Bu sayede göç ettirilebilirdi.Fakat bekledikleri gibi olmadı.Hitler verdiği sözü tutmadı ve yahudileri fırınlarda yaktı.Fakat Siyonistler bunu bile emellerine alet etmeyi bildiler.10 milyona yakın Yahudi katledildi dediler. Fakat bunu bugün anti-siyonist Yahudiler yalanlıyor.1 milyon kadar ve daha az katledildi diyenler var içlerinde.İşte ikinci adımın savaş merhalesi buydu.Dünyaya Yahudilerin ne büyük bir zulme uğradığını ve zulümden sonra bu masumane(!)göç isteklerinin yerine getirilmesinin meşru olacağına dair dünyada bir algı yaratıldı.Sonrasında ise bilindik üzere 1947 Birleşmiş Milletler paylaşım planı,1948 İsrailin kuruluşu,1967 deki Arap-İsrail Savaşı ve İsrailin topraklarını 4 katına genişletmesi.Şimdi ise 3.adım uygulanmakta ve Arzı mevudun tamamlanması için çalışılmaktadır.İsrail bayrağındaki o iki mavi üçgen Nil ve Fırat nehirlerini temsil etmektedir.Üçgenin içi de bu iki nehir arasında kalan topraklar yani arzı mevud topraklarıdır.Fakat işe Kader perspektfinden bakıldığında İslam alemi ileride bu Siyonist hareketi yerle bir edecektir.
Sahih hadislerde de zaten böyle geçiyor.Peygamber Efendimiz “Siz Yahudilerle savaşmadan kıyamet kopmayacaktır.“demiştir.Sonra bakıyoruzki biz Yahudilerle tarihte savaştık.Fakat bu öyle böyle bir savaş değildir Batılıların Armageddon ve bizimde Melhame-i Uzma olarak adlandırdığımız bu savaş çok kanlı olacaktır.Öyleki yine bir hadiste“Sizin için o gün yerin altı üstünden daha hayırlıdır“ denmiştir.Bunun devamında da Müslümanların galebesinin geleceği bildiriliyor.Fakat şundan eminizki bu savaşı günümüzün ahlakı bozuk ve şeriatten uzaklaşmış Ümmeti kazanmayacaktır.Bu ati’de gerçekleşecek bir olaydır.Şimdi kader perspektifinden olaya değinmek istiyorum.Kainatın döngü kanunu bu gibi olaylara da tesir etmiştir.Nasılki bir şey kemale erer,bulunduğu doruktan zevale yönelmeye başlar ve yine nasıl ki bir şey de zevale iner yani dibe batar işte o noktadan yükselmeye başlar.Tarihi olaylarda aynen bunun gibidir.Ne zaman ki Müslümanlar Kanuni devrinde zirveye vardığı aynı dönemde ilk rüşvet alımları başlandı ve Osmanlı bulunduğu doruk noktasından aşağıya inmeye başladı.İslam 1839 Tanzimat Fermanına kadar ahlaken doruğundaydı fakat bu fermandan sonra kemale ermiş olan İslam ahlakı düşmeye başlamış ve zelil durumda olan küfür yükselmeye başlamıştır.Bu 1950 Demokrat Parti iktidara gelen kadar sürmüştür.İşte camilerin ahır olarak kullanıldığı ve minarelerde “Allahu Ekber“ değil de “Tanrı uludur“ seslerinin yankılandığı bu dönemde zelil durumda olan İslam bulunduğu yerden yükselişe geçmiştir.Aynı şekilde ayyuka çıkan küfür ise doruk noktasından düşmeye başlamıştır.Ne zamanki bu yükseliş ümmetin hüviyet-i asliyesine dönmesinde tesir eder,işte o zaman İslamın galebesi gelir.İşte bu noktadan bakıldığında Siyonizm de doruğundadır.Yaklaşık 20-30 yıl bu doruğu yaşadıktan sonra(Allah en doğrusunu bilir ki bu daha uzun zaman sürebilir)düşecektir ve düşmeye mahkumdur.Bu son yazdıklarımdan muradım bu kadar zeki ve ince düşünen 150-200 yıllık uzun vadede planlar yapan bu itikadı bozuk milletin de yenileceğini gösterip ümmetin karamsarlığa düşmesini engellemektir.
2.Bölüm: Abdülhamid’in Siyonizmle Mücadelesi
1897 yılında İsviçre’nin Basel şehrinde Dünya Siyonist Kongresi Theodor Hezl başkanlığında toplanır.Bu yıllarda Filistin,bir Osmanlı toprağı olan Suriyenin vilayeti konumunda olup burada yirmi bin civarında Sefarad Yahudisi,yani İspanyadan göç etmiş Yahudiler yaşamaktadır.Avrupada artan Yahudi karşıtlığı Siyonistlerin Yahudilere yeni bir yurt bulma çabalarını acil hale getirir.Konular görüşülür.Baron de Rotschild’in de bulunduğu zengin Yahudi ailelerinde katıldığı toplantıda Arjantin’in ve Kıbrıs gibi yerlerin Yahudilere yurt olarak verilmesi önerilir.Fakat bu,Sion hayaline aykırıydı.Fakat Filistin Yahudilere daha cazip geliyordu.Ne de olsa burayı Hasta Adamdan geri çevrilmesi zor bir teklifle isteyeceklerdi.Filistini istemelerindeki amaç uzun uzun anlattığım Arzı mevud için ilk adımı atmaktı.Karar alındı,buna göre Filistin istenecekti.Theodor hezl,1896-1902 yılları arasında yaptığı 5 ziyaretten yalnızca birisinde Padişahla görüşmüştür.Bu görüşmeleri Abdülhamid’in hafiyesi konumunda olan Kont Newlinski aracılığıyla gerçekleştirmek ister.Bundan dolayı Kont Newlinski 23 Mart 1897’de Abdülhami’e bir dilekçe sunmuştur.Theodor Hezl ,Kont Newlinski aracılığıyla nakit 5 milyon altınlık teklifini yapar.Bu paranın büyük bir kısmını Baron de Rotschild karşılmaya söz vermiştir.O vakitler Osmanlı Hazinesinin içinde bulunduğu sıkıntılı vaziyeti düşünürsek,20 milyon sterlin zor geri çevrilecek bir tekliftir.Üstelik bütün borçların ödemesinin yanı sıra donanmayla ilgili silah temini ve birçok önemli şey vaadedilir.İşte tam da bu sıkıntılı dönemde batıyor denecek Osmanlıyı kurtaracak bu teklife Cennetmekan Ulu Hakan şöyle cevap veriyor:

“Eğer Bay Hezl benim arkadaşın olduğun gibi arkadaşınsa ona söyle: Bu meselede ikinci bir adım daha atmasın.Ben bir karış dahi olsa toprak satmam.Zira bu vatan bana değil,milletime emanettir.Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır.O bizden ayrılıp uzaklaşmadan  tekrar kanlarımızla örteriz.Benim Suriye ve Filistin alaylarımın efradı birer birer Plevne’de şehit düşmüşlerdi.Bir tanesi dahi geri dönmemek üzere hepsi muhabere meydanında kalmışlardır.Türk İmparatorluğu bana ait değildir.Türk milletinindir.Ben onun hiçbir parçasını veremem.Bırakalım Museviler milyonlarını saklasınlar.Benim imparatorluğum Parçalandığı zaman onlar Filistin’i karşılıksız bile ele geçirebilirler.Fakat yalnız bizim cesetlerimiz taksim edilebilir.Ben canlı bir beden üzerinde ameliyat yapılmasına müsaade edemem.“
İşte bu şekilde etrafını çeviren kurtlara 33 yıllık saltanatı boyunca imparatorluğu yem ettirmemek için yoğun çaba sarfeden Ulu Hakan’ın siyaset ilkelerinden benim Şahsi kanaatimdirki en önemlisi muhafazakarlığa inanç ve ümmetçilik poltikasıdır.Yani İslamın ilkelerine bağlı kalarak Allah’ın yolunda giderek doğru işler yaparak Ulu Hakan 33 yıllık saltanatıyla İslamcılığın ne kadar uygulanabilir ve isabetli bir siyaset olduğunu gösterdi.Fakat bu toprağı (Filistini) alamayan Siyonistler,uzun uzun belittiğim 3 adımdan birincisini gerçekleştirmeye karar verdiler.Bunun için Emanuel Karasso gibi masonlar aracılığıyla Mason Cemiyetlerinin faaliyetlerini Makedonya ve çevresinde yoğunlaştırdılar.İleride 1909 Darbesini yapacak olan İttihad ve Terakkinin temellerini bu gibi masonlarla attılar.Cemil Meriç’in tabiriyle Avrupanın Yeniçerileri olan Jön Türkleri kullanaraktan Sultan’a Dinsiz Padişah imajı yakıştırıldı.Halbuki Abdülhamid’e dinsiz diyen Jön Türklerin ekserisi materyalistti.Sonrasında ise ilginçtir küfrün ayyuka  çıktığı Erken dönem Cumhuriyet zamanında ise Dindarlığıyla suçlandı.Fakat İttihadçıların bazıları ne büyük bir oyuna alet edildiklerinin farkında değildi. Abdülhamid’i devirirlerse her şeyin hallolacağını sanıyorlardı.Fakat yanıldılar.1909 darbesinden sonra Trablusgarp Harbi,Balkan Harbi ve 1.Cihan Harbinde kaybedilen topraklar ne büyük bir yanılgı içinde olduklarını anlamalarına yetti fakat artık çok geçti.Nitekim bunu 1 Kasım 1918 günü,saat 23’te bir Alman İstimbotu ile kurtarmaya kalktığı ülkeden kaçmadan evvel,Enver Paşa’nın Yaveri Mersinli Cemal Paşa’ya yaptığı şu acı itiraftan anlayabiliriz:
“Turan yapacaktık viran olduk.Bizim en büyük günahımız Sultan Hamid’i anlayamamaktır.Yazık Paşam,çok yazık! Siyonistlere alet olduk ve onların hıyanetine uğradık!“

3.Bölüm: İhanet edenler,vefa gösterenler ve pişmanlar
Yıllarca yaşadığı yere,yediği ekmeğe ve teneffüs ettiği havaya ihanet eden Tevfik Fikret,Bir Lahzai Taahhur adlı şiirinde Ermenilerin 1905’te Ulu Hakan’a yapılan suikasti ele almış,Abdülhamid’in 5 dakika gecikmesiyle ölümden dönmesinden duyduğu üzüntüsünü,kinini ve nefretini dile getirmiş,Suikasti yapıp onca kişinin kanına giren bir katile ise“Ey şanlı avcı damını beyhude kurmadın!”diye seslenmesiyle vicdansızlığını olabildiğince sergilemiştir.Pişman olanlar bölümünde ise Filozof Rıza Tevfik, Süleyman Nazif, Yahya Kemal, Mehmed Akif Ersoy gibi önemli isimler vardır.Nitekim Filozof Rıza Tevfik yazmış olduğu “Sultan Hamid’in Ruhundan İstimdad“başlıklı şiirde geçen sözleriyle nedametini belirtmek ihtiyacını duymuştur.
      Tarihler namını andığı zaman                        Bizdik utanmadan iftira atan
Sana hak verecek hey koca Sultan                  Asrın en siyasi Padişahına
Süleyman Nazif’inde pişmanlığını belirten bir şiirinin bir bölümünde şöyle demektedir.
Kaç zamandır gelmişken yade biz               Öldürürler basarsak feryadı biz
    İşte geldik senden istimdade biz                  Padişahım hasret olduk  istibdada biz
Yahya Kemal’in Pişmanlığının alametlerini ise son yıllarında yazmaya başladığı ama tamamlamaya ömrünün vefa etmediği Her gece benimsin adlı romanında görebiliriz.
İstiklal Marşımızın yazarı Mehmed Akif Ersoy’un da uzun süre Abdülhamid aleyhtarlığı yaptıktan sonra duyduğu pişmanlığı da Safahattaki şu dizelerden anlayabiliriz:
Giden semerciyi,derler,bulur muyuz şimdi?       Nasıl da kadrini vaktinde bilmedik,tuhaf iş:
Ya böyle kalfa değil,basbayağı muallimdi.        Semer değilmiş o rahmetlininki meğer devletmiş!
Bu vatanın yetiştirdiği evlatların Ulu Hakan’ın Kadrini bilmemesine rağmen 1881-1885 yılları arasında Abd’nin büyük elçiliğini yapan, Ben Hur  romanının yazarı Lew Wallace’ın Abdülhamidin dostluğuna karşı gösterdiği vefakar tavır hayret vericidir.Wallace’in Ermeni iddialarına karşı Osmanlı yönetimini savunmasıyla birlikte 1890’ların sonlarına doğru Abdülhamid’e yakınlığı artık alenen bilinen Wallace,yaptığı her konuşmada Ermeni dinleyiciler tarafından şiddetle tenkit edilir.Boston Ermenileri,20 Nisan 1900 günü ortak bir bildiriyle Wallace’ı kınarlar.Wallace ise 21 Eylül 1900 tarihinde Washington’da yaptığı bir başka konuşmada Abdülhamid’i savunmaya devam etmiştir.
Yazımı Alman Şansölyesi Bismarck’ın sözleriyle bitirmek istiyorum:
Dünyada 100 gram akıl varsa bunun 90 gramı Abdülhamid’de,5 gramı bende,5 gramı da diğer siyasilerdedir.
Mahmut Salih Korkmaz
11/D-152-Mehmet Refik Güven Fen Lisesi

KAYNAKÇA
·         “Erken Jön Türklüğün II.Abdülhamid imajı : Dinsiz Padişah“
(M.Şükrü Hanioğlu/Prof.Dr.Princeton Üniversitesi Yakın Doğu çalışmaları Enstitüsü öğretim üyesi)
·         “İsrail sorunu nasıl Filistin sorununa dönüştü?“ (Celal Tahir / Araştırmacı-Yazar)
·         “İngilizlerin desteği olmasa Siyonist Hareket tarih olcaktı“ (James L.Gelvin
Prof.Dr. Universty of California – Ortadoğu Uzmanı)
·         “Abdülhamid Kızıl Sultan mı? 1-2.cilt“ (Mustafa Müftüoğlu)
·         “Türkiye ve İslam aleminin geleceği“ , “Yahudilerle ilgili bazı meseleler“ (Kadir Mısıroğlu / Tarihçi-Yazar)
·          “Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı 1-2.cilt“ (Mustafa Armağan / Tarihçi-Yazar)
·          “Siyonizmden Uygarlıklar çatışmasına Filistin sorunu“ , “Dünyanın bir İsrail sorunu vardır“ (Prof.Dr. Mim Kemal Öke / İstanbul Ticaret Üniversitesi İ.İ.B.F  Siyaset Bilimi Öğretim Üyesi)
·         “Bir Amerikalının Osmanlıyı Müdafaası“ (İbrahim Kalın / Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü-Başbakanlık Müsteşar eski yardımcısı)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder