SİYONİZM VE ABDÜLHAMİD
1.Bölüm: Siyonizm nedir ve nihai varmak
istediği nokta nedir?
Abdülhamid’in
Siyonizme karşı mücadelesini anlamak için öncelikle Siyonizmi ve Sion hayalinin
nasıl oluştuğunu bilmek gerekir.
M.Ö
587’de Babil Kralı Nabukadnezar liderliğindeki Babillerin istilasıyla Yahudiler
bağımsızlıklarını kaybetti.Nabukadnezar Süleyman Mabedini ve Kudüs’ü yakarak
Yahudilerin önde gelenlerini Babil’e sürdü.Ünlü Babil esareti bundan sonra
başladı.Ama asıl önemli olan,geçmişte İngiltere’nin ve İngilteredeki sömürecek
kaynakları sömürüp,sonra ABD’YE geçip tarihi emellerini bir bir gerçekleştirip
ve son bir adımı da başka bir devletin arkasına saklanarak yapmak isteyen
Yahudilerin nasıl bu işe giriştiklerini ve ne kadar uzun zaman Sion hayalini koruduklarını,temelini
Yusuf Besalel’in Yahudi tarihi adlı kitabındaki şu cümlesinden yola çıkarak
anlayabiliriz: “Yehudanın yıkılmasından sonra başlayan Babil esareti
İsrailoğullarına istisnai bir özellik kazandırmıştı.Başka ülkelere dağılıp
bugüne dek niteliklerini korumuş başka bir ulus mevcut değilken Babil’e gelen
Yahudilerin tümü kültürünü muhafaza edemese de ulusun bir bölümü kendini dış
etkilerden korumayı öğrenmiş ve bu niteliği İsrail Devleti kurulana dek
sürdürmüştü.Başka bir deyişle farklı uluslar arasında bir yaşam tarzı olarak
Yahudilik Babil’de doğdu.
Yeniden
Filistin’e dönen Yahudiler bir müddet Romalıların egemenliği altında
yaşadılar.Ancak isyan ettiler.Prens Titus isyanı bastırdı ve Yahudiler Kudüsten
çıkarıldı.Böylece 20. Asıra kadar sürecek
olan Yahudi Diasporası başlamış oldu.Yahudiler,Romalıların baskısı ve sürgünü
neticesinde yaklaşık iki bin yıl dünyada dağınık bir hayat yaşadılar.Kitab-ı
Mukaddesin Mezmurlar bölümünün 137.Pasajında vurgulandığı gibi Sion’a olan
özlemlerini hiç yitirmediler. Sion’a dönmedikçe Arz-ı Mevud’u (vaadedilmiş
topraklar) gerçekleştirmedikçe hiçbir mutluluğun tam olamayacağına inandılar.
Her
ne kadar bu masum bir hayal gibi görünse de Yahudinin itikadı sapkın bir
itikaddır.Bu emellerini gerçekleştirdiklerinde yapacakları çok vahimdir.Daha
tam anlamıyla Arz-ı Mevud’a ulaşmadan son 65 yılda yapılanlar bunu haklı
çıkarıyor.Yahudinin itikadına gelince tahrif edilmiş Tevratta da belirtildiği
gibi Yahudi milleti kendini diğer milletlerden üstün görür ve diğer milletlerin
Tanrı tarafından kendilerine köle olarak kullanılmak üzere verildiğine
inanırlar.Çünkü onlar Yahudilerin Şeytan ile Hz.Havvadan meydana
geldiklerini(ki onlara göre Şeytan kutsaldır.Ona Nur-i Ziya derler,yani bizdeki
gibi kötü değildir) söyleyip,Hz.Adem ile Hz.Havva’dan meydana gelen diğer
milletlerin (ateşin topraktan üstün olması sebebiyle)kendilerine hizmetkar
olması gerektiğine ve bu emellerini gerçekleştirdiklerinde Tanrının onları
mükafatlandıracağına inanır. Bu yolda ise diğer milletlerin kendilerine
çıkaracağı zorluklar karşısında onlara acımayarak öldürmeleri itikadlarınca
meşru bir şeydir.İşte böyle masummuş gibi görüne Sion hayalinin ne kadar vahim
şeyler doğuracağı itikadlarından da anlaşılıyor.Fakat bu ahvalden bu emeli
benimsemeyen anti-siyonist Yahudileri tenzih ederim.Fakat Yahudilerin ekserisi
bunu benimser ve Müslüman Türk milletini Yecüc ve Mecüc milleti olarak
tanımlarlar.Benim Şahsi kanaatimdirki bu gibi inançlarından dolayı Yahudilerin
Filistinde olmaları sakıncalıdır.
Ortaçağ
Avrupasına gelindiğinde ise Yahudiler gettolarda tecrit edilmiş bir şekilde
yaşayorlardı..Avrupalılar arasında antisemitizm güçlü ve köklüydü.Şeytani bir
varlık olarak görülen Yahudiler kuyuları zehirlemek, kutsanmış ekmeğe saygısızlık
yapmak ve kanlarını ibadetlerinde kullanmak amacıyla Hristiyan çocukları
öldürmekle suçlanırlardı. Yahudinin ne kadar sinsi olduğunu T.S Eliot’un şu
dizelerinden anlayabiliriz:
Balyaların
altında fare
Destelerin altında Yahudi
Bakuninin
de Yahudi karşı olduğu açıktı.Karl Marx ile Rotschild’i bir tutuyordu.Prudhon
da Yahudileri kalpazanlık,üçkağıtçılık,sahtekarlık,tefecilik ile
özdeşleştirmişti.Ona göre baş şeytan(iblis veya ehrimen) Sami ırkında vücut
bulmuştu.Avrupa’da bunlar yaşanırken II.Bayezid zamanında Osmanlı diyarına
gelen Ortaçağın lanetlisi bu halk kendi hükümdarlığını doğrudan hedef almayan
hiçbir unsuru dışlamayan,hoşgörüsüyle ve adaletiyle cihana nam salmış olan
Osmanlı Devletinde rahat bir hayata kavuştu.Buna Osmanlıya karşı faaliyette
bulunmamış şeytana tapan halklara bile el sürmeyen Osmanlının Şahkulu
propagandasıyla Anadoluya fitne yayan Alevilere karşı olan tutumu misal olarak
verilebilir.Sabetay Sevi’nin Mesihlik iddiasıyla ortaya çıkışına kadar
Yahudilerle fazla bir sorun yaşanmadı.Esasında Sabetay Sevi,Siyonizm fikrinin
ilham kaynaklarından biriydi.İsrail Devletinin kurulması yolunda Sabetaycıların
İttihatçılıktaki rolleriyle Theodor Herzl’in 1897 Basel Siyonist Kongresi
sonrası Abdülhamid indindeki teşebbüslerini bu bağlamda düşünmeliyiz.David Icke
gibi anti-siyonist Yahudilerin ve Albert Pike gibi masonların da savunduğu
fikirlerden hareketle Yahudilerin hayallerini gerçekleştirmede iki farklı yolu
vardı.Bunlardan ilki Sultan Abdülhamid’den Osmanlı Devletinin mali ve askeri
bunalımlarını göz önüne alarak Filistin’in kendilerine verilmesi hususunda
yapacağı yardımlarla Osmanlıdan Filistin’i aldıktan sonra Arzı Mevud için
gereken diğer adımları atmaktı.Fakat bekledikleri gibi olmadı.Abdülhamid’den
Theodor Herzl’e giden tokat gibi sözler Yahudilerin ikinci yola meyletmelerinde
tesir etmiştir.Bunu ileride uzun olarak inceleyeceğim.İkinci yol ise bir savaş
çıkartılacak,Osmanlı Devleti yıkılacak ve bu büyük savaşta Avrupa kendi derdine
düşmüşken Filistin Yahudilere ilhak olunacaktı.Hepinizinde malumudurki bu ilk savaş
1.Cihan Harbidir. 18.Asırdan itibaren yaklaşık iki asır emellerini
gerçekleştirebilmek için İngiltere’nin içine sızarak,bütün mali işlerin
yaptıkları zekice işler sonucu Rotschild ailesinin eline geçmesiyle birlikte
Yahudiler hem İngiliz halkının bunu görmesini engellemek ve hem de Sion
hayalini gerçekleştirmek için yoğun çaba sarf ettiler.Bu sayede hem halktan
çekeceği tepkiyi azaltacaklar hem de
Sion’a doğru adım adım ilerleyecekti.
Nitekim
1.Cihan Harbinden en kazançlı çıkan İngiltere,1917 yılında da Filistin resmi
olarak Osmanlı toprağı olmaktan çıkmamışken adını İngiliz Hariciye Nazırı
Arthur Balfour’dan alan Balfour
Deklarasyonunu yayınladılar.Buna göre İngiltere belirli bir miktar karşılığında
koca Filistin’i Rotschild ailesine satıyordu.İşte Ulu Hakanın yıllarca olmaması
için uğraştığı şey yavaş yavaş gerçekleşiyordu.İkinci adımda ise yine bir dünya
savaşı çıkartmaktı ve çıkarttılar da.Bu iki savaş arasında Filistine İsrail
Devletini kurmak için temin edilecek Yahudi nüfusu göç ettirmeye
çalışılıyordu.Fakat ekserisi Avrupa ve Rusyada rahatça yaşamlarına bakan ve
ticaretini bozmak istemeyen Yahudiler Filistin’e göç etmek istemiyordu.Bundan
mütevellit Yahudi düşmanlığıyla bilinen Hitler yine Yahudiler tarafından başa
getirildi.Belki çoğu kişiye bu görüş saçma gelebilir fakat amaç bu göç etmek
istemeyen Yahudileri birincisi mecburen göçe zorlamak,ikincisi de bu göçleri
meşru kılmak için Avrupada Yahudi halkına zulüm yapıldığına dair kamuoyu
oluşturup Filistine göç için tepki çekmemekti.Hatta gettoların kuruluşunda
Rockefellerin katkısı vardır.Fakat bu üst akıl halkının ölmesini değil korkmasını
istiyordu.Bu sayede göç ettirilebilirdi.Fakat bekledikleri gibi olmadı.Hitler
verdiği sözü tutmadı ve yahudileri fırınlarda yaktı.Fakat Siyonistler bunu bile
emellerine alet etmeyi bildiler.10 milyona yakın Yahudi katledildi dediler.
Fakat bunu bugün anti-siyonist Yahudiler yalanlıyor.1 milyon kadar ve daha az
katledildi diyenler var içlerinde.İşte ikinci adımın savaş merhalesi
buydu.Dünyaya Yahudilerin ne büyük bir zulme uğradığını ve zulümden sonra bu
masumane(!)göç isteklerinin yerine getirilmesinin meşru olacağına dair dünyada
bir algı yaratıldı.Sonrasında ise bilindik üzere 1947 Birleşmiş Milletler
paylaşım planı,1948 İsrailin kuruluşu,1967 deki Arap-İsrail Savaşı ve İsrailin
topraklarını 4 katına genişletmesi.Şimdi ise 3.adım uygulanmakta ve Arzı
mevudun tamamlanması için çalışılmaktadır.İsrail bayrağındaki o iki mavi üçgen
Nil ve Fırat nehirlerini temsil etmektedir.Üçgenin içi de bu iki nehir arasında
kalan topraklar yani arzı mevud topraklarıdır.Fakat işe Kader perspektfinden
bakıldığında İslam alemi ileride bu Siyonist hareketi yerle bir edecektir.
Sahih
hadislerde de zaten böyle geçiyor.Peygamber Efendimiz “Siz Yahudilerle
savaşmadan kıyamet kopmayacaktır.“demiştir.Sonra bakıyoruzki biz Yahudilerle tarihte
savaştık.Fakat bu öyle böyle bir savaş değildir Batılıların Armageddon ve
bizimde Melhame-i Uzma olarak adlandırdığımız bu savaş çok kanlı
olacaktır.Öyleki yine bir hadiste“Sizin için o gün yerin altı üstünden daha
hayırlıdır“ denmiştir.Bunun devamında da Müslümanların galebesinin geleceği
bildiriliyor.Fakat şundan eminizki bu savaşı günümüzün ahlakı bozuk ve
şeriatten uzaklaşmış Ümmeti kazanmayacaktır.Bu ati’de gerçekleşecek bir
olaydır.Şimdi kader perspektifinden olaya değinmek istiyorum.Kainatın döngü
kanunu bu gibi olaylara da tesir etmiştir.Nasılki bir şey kemale erer,bulunduğu
doruktan zevale yönelmeye başlar ve yine nasıl ki bir şey de zevale iner yani
dibe batar işte o noktadan yükselmeye başlar.Tarihi olaylarda aynen bunun
gibidir.Ne zaman ki Müslümanlar Kanuni devrinde zirveye vardığı aynı dönemde
ilk rüşvet alımları başlandı ve Osmanlı bulunduğu doruk noktasından aşağıya
inmeye başladı.İslam 1839 Tanzimat Fermanına kadar ahlaken doruğundaydı fakat
bu fermandan sonra kemale ermiş olan İslam ahlakı düşmeye başlamış ve zelil
durumda olan küfür yükselmeye başlamıştır.Bu 1950 Demokrat Parti iktidara gelen
kadar sürmüştür.İşte camilerin ahır olarak kullanıldığı ve minarelerde “Allahu
Ekber“ değil de “Tanrı uludur“ seslerinin yankılandığı bu dönemde zelil durumda
olan İslam bulunduğu yerden yükselişe geçmiştir.Aynı şekilde ayyuka çıkan küfür
ise doruk noktasından düşmeye başlamıştır.Ne zamanki bu yükseliş ümmetin hüviyet-i
asliyesine dönmesinde tesir eder,işte o zaman İslamın galebesi gelir.İşte bu
noktadan bakıldığında Siyonizm de doruğundadır.Yaklaşık 20-30 yıl bu doruğu
yaşadıktan sonra(Allah en doğrusunu bilir ki bu daha uzun zaman
sürebilir)düşecektir ve düşmeye mahkumdur.Bu son yazdıklarımdan muradım bu
kadar zeki ve ince düşünen 150-200 yıllık uzun vadede planlar yapan bu itikadı
bozuk milletin de yenileceğini gösterip ümmetin karamsarlığa düşmesini
engellemektir.
2.Bölüm: Abdülhamid’in Siyonizmle
Mücadelesi
1897
yılında İsviçre’nin Basel şehrinde Dünya Siyonist Kongresi Theodor Hezl
başkanlığında toplanır.Bu yıllarda Filistin,bir Osmanlı toprağı olan Suriyenin
vilayeti konumunda olup burada yirmi bin civarında Sefarad Yahudisi,yani
İspanyadan göç etmiş Yahudiler yaşamaktadır.Avrupada artan Yahudi karşıtlığı
Siyonistlerin Yahudilere yeni bir yurt bulma çabalarını acil hale
getirir.Konular görüşülür.Baron de Rotschild’in de bulunduğu zengin Yahudi
ailelerinde katıldığı toplantıda Arjantin’in ve Kıbrıs gibi yerlerin Yahudilere
yurt olarak verilmesi önerilir.Fakat bu,Sion hayaline aykırıydı.Fakat Filistin
Yahudilere daha cazip geliyordu.Ne de olsa burayı Hasta Adamdan geri çevrilmesi
zor bir teklifle isteyeceklerdi.Filistini istemelerindeki amaç uzun uzun anlattığım
Arzı mevud için ilk adımı atmaktı.Karar alındı,buna göre Filistin
istenecekti.Theodor hezl,1896-1902 yılları arasında yaptığı 5 ziyaretten
yalnızca birisinde Padişahla görüşmüştür.Bu görüşmeleri Abdülhamid’in hafiyesi
konumunda olan Kont Newlinski aracılığıyla gerçekleştirmek ister.Bundan dolayı
Kont Newlinski 23 Mart 1897’de Abdülhami’e bir dilekçe sunmuştur.Theodor Hezl
,Kont Newlinski aracılığıyla nakit 5 milyon altınlık teklifini yapar.Bu paranın
büyük bir kısmını Baron de Rotschild karşılmaya söz vermiştir.O vakitler
Osmanlı Hazinesinin içinde bulunduğu sıkıntılı vaziyeti düşünürsek,20 milyon
sterlin zor geri çevrilecek bir tekliftir.Üstelik bütün borçların ödemesinin
yanı sıra donanmayla ilgili silah temini ve birçok önemli şey vaadedilir.İşte tam
da bu sıkıntılı dönemde batıyor denecek Osmanlıyı kurtaracak bu teklife
Cennetmekan Ulu Hakan şöyle cevap veriyor:
“Eğer
Bay Hezl benim arkadaşın olduğun gibi arkadaşınsa ona söyle: Bu meselede ikinci
bir adım daha atmasın.Ben bir karış dahi olsa toprak satmam.Zira bu vatan bana
değil,milletime emanettir.Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsuldar
kılmışlardır.O bizden ayrılıp uzaklaşmadan
tekrar kanlarımızla örteriz.Benim Suriye ve Filistin alaylarımın efradı
birer birer Plevne’de şehit düşmüşlerdi.Bir tanesi dahi geri dönmemek üzere
hepsi muhabere meydanında kalmışlardır.Türk İmparatorluğu bana ait
değildir.Türk milletinindir.Ben onun hiçbir parçasını veremem.Bırakalım
Museviler milyonlarını saklasınlar.Benim imparatorluğum Parçalandığı zaman
onlar Filistin’i karşılıksız bile ele geçirebilirler.Fakat yalnız bizim
cesetlerimiz taksim edilebilir.Ben canlı bir beden üzerinde ameliyat
yapılmasına müsaade edemem.“
İşte
bu şekilde etrafını çeviren kurtlara 33 yıllık saltanatı boyunca imparatorluğu
yem ettirmemek için yoğun çaba sarfeden Ulu Hakan’ın siyaset ilkelerinden benim
Şahsi kanaatimdirki en önemlisi muhafazakarlığa inanç ve ümmetçilik
poltikasıdır.Yani İslamın ilkelerine bağlı kalarak Allah’ın yolunda giderek
doğru işler yaparak Ulu Hakan 33 yıllık saltanatıyla İslamcılığın ne kadar
uygulanabilir ve isabetli bir siyaset olduğunu gösterdi.Fakat bu toprağı
(Filistini) alamayan Siyonistler,uzun uzun belittiğim 3 adımdan birincisini
gerçekleştirmeye karar verdiler.Bunun için Emanuel Karasso gibi masonlar aracılığıyla
Mason Cemiyetlerinin faaliyetlerini Makedonya ve çevresinde
yoğunlaştırdılar.İleride 1909 Darbesini yapacak olan İttihad ve Terakkinin
temellerini bu gibi masonlarla attılar.Cemil Meriç’in tabiriyle Avrupanın
Yeniçerileri olan Jön Türkleri kullanaraktan Sultan’a Dinsiz Padişah imajı
yakıştırıldı.Halbuki Abdülhamid’e dinsiz diyen Jön Türklerin ekserisi
materyalistti.Sonrasında ise ilginçtir küfrün ayyuka çıktığı Erken dönem Cumhuriyet zamanında ise
Dindarlığıyla suçlandı.Fakat İttihadçıların bazıları ne büyük bir oyuna alet
edildiklerinin farkında değildi. Abdülhamid’i devirirlerse her şeyin
hallolacağını sanıyorlardı.Fakat yanıldılar.1909 darbesinden sonra Trablusgarp
Harbi,Balkan Harbi ve 1.Cihan Harbinde kaybedilen topraklar ne büyük bir
yanılgı içinde olduklarını anlamalarına yetti fakat artık çok geçti.Nitekim
bunu 1 Kasım 1918 günü,saat 23’te bir Alman İstimbotu ile kurtarmaya kalktığı
ülkeden kaçmadan evvel,Enver Paşa’nın Yaveri Mersinli Cemal Paşa’ya yaptığı şu
acı itiraftan anlayabiliriz:
“Turan
yapacaktık viran olduk.Bizim en büyük günahımız Sultan Hamid’i
anlayamamaktır.Yazık Paşam,çok yazık! Siyonistlere alet olduk ve onların
hıyanetine uğradık!“
3.Bölüm: İhanet edenler,vefa gösterenler
ve pişmanlar
Yıllarca
yaşadığı yere,yediği ekmeğe ve teneffüs ettiği havaya ihanet eden Tevfik Fikret,Bir
Lahzai Taahhur adlı şiirinde Ermenilerin 1905’te Ulu Hakan’a yapılan suikasti
ele almış,Abdülhamid’in 5 dakika gecikmesiyle ölümden dönmesinden duyduğu
üzüntüsünü,kinini ve nefretini dile getirmiş,Suikasti yapıp onca kişinin kanına
giren bir katile ise“Ey şanlı avcı damını beyhude kurmadın!”diye seslenmesiyle
vicdansızlığını olabildiğince sergilemiştir.Pişman olanlar bölümünde ise
Filozof Rıza Tevfik, Süleyman Nazif, Yahya Kemal, Mehmed Akif Ersoy gibi önemli
isimler vardır.Nitekim Filozof Rıza Tevfik yazmış olduğu “Sultan Hamid’in
Ruhundan İstimdad“başlıklı şiirde geçen sözleriyle nedametini belirtmek
ihtiyacını duymuştur.
Tarihler namını andığı zaman Bizdik utanmadan iftira
atan
Sana
hak verecek hey koca Sultan
Asrın en siyasi Padişahına
Süleyman
Nazif’inde pişmanlığını belirten bir şiirinin bir bölümünde şöyle demektedir.
Kaç
zamandır gelmişken yade biz
Öldürürler basarsak feryadı biz
İşte geldik senden istimdade biz Padişahım hasret olduk istibdada biz
Yahya
Kemal’in Pişmanlığının alametlerini ise son yıllarında yazmaya başladığı ama
tamamlamaya ömrünün vefa etmediği Her gece benimsin adlı romanında görebiliriz.
İstiklal
Marşımızın yazarı Mehmed Akif Ersoy’un da uzun süre Abdülhamid aleyhtarlığı
yaptıktan sonra duyduğu pişmanlığı da Safahattaki şu dizelerden anlayabiliriz:
Giden
semerciyi,derler,bulur muyuz şimdi?
Nasıl da kadrini vaktinde bilmedik,tuhaf iş:
Ya
böyle kalfa değil,basbayağı muallimdi.
Semer değilmiş o rahmetlininki meğer devletmiş!
Bu
vatanın yetiştirdiği evlatların Ulu Hakan’ın Kadrini bilmemesine rağmen
1881-1885 yılları arasında Abd’nin büyük elçiliğini yapan, Ben Hur romanının yazarı Lew Wallace’ın Abdülhamidin
dostluğuna karşı gösterdiği vefakar tavır hayret vericidir.Wallace’in Ermeni
iddialarına karşı Osmanlı yönetimini savunmasıyla birlikte 1890’ların sonlarına
doğru Abdülhamid’e yakınlığı artık alenen bilinen Wallace,yaptığı her konuşmada
Ermeni dinleyiciler tarafından şiddetle tenkit edilir.Boston Ermenileri,20
Nisan 1900 günü ortak bir bildiriyle Wallace’ı kınarlar.Wallace ise 21 Eylül
1900 tarihinde Washington’da yaptığı bir başka konuşmada Abdülhamid’i savunmaya
devam etmiştir.
Yazımı
Alman Şansölyesi Bismarck’ın sözleriyle bitirmek istiyorum:
Dünyada
100 gram akıl varsa bunun 90 gramı Abdülhamid’de,5 gramı bende,5 gramı da diğer
siyasilerdedir.
Mahmut Salih
Korkmaz
11/D-152-Mehmet
Refik Güven Fen Lisesi
KAYNAKÇA
·
“Erken Jön
Türklüğün II.Abdülhamid imajı : Dinsiz Padişah“
(M.Şükrü Hanioğlu/Prof.Dr.Princeton Üniversitesi Yakın
Doğu çalışmaları Enstitüsü öğretim üyesi)
·
“İsrail sorunu
nasıl Filistin sorununa dönüştü?“ (Celal Tahir / Araştırmacı-Yazar)
·
“İngilizlerin desteği
olmasa Siyonist Hareket tarih olcaktı“ (James L.Gelvin
Prof.Dr. Universty of California – Ortadoğu Uzmanı)
·
“Abdülhamid Kızıl
Sultan mı? 1-2.cilt“ (Mustafa Müftüoğlu)
·
“Türkiye ve İslam
aleminin geleceği“ , “Yahudilerle ilgili bazı meseleler“ (Kadir Mısıroğlu /
Tarihçi-Yazar)
·
“Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı 1-2.cilt“
(Mustafa Armağan / Tarihçi-Yazar)
·
“Siyonizmden Uygarlıklar çatışmasına Filistin
sorunu“ , “Dünyanın bir İsrail sorunu vardır“ (Prof.Dr. Mim Kemal Öke /
İstanbul Ticaret Üniversitesi İ.İ.B.F
Siyaset Bilimi Öğretim Üyesi)
·
“Bir Amerikalının
Osmanlıyı Müdafaası“ (İbrahim Kalın / Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü-Başbakanlık
Müsteşar eski yardımcısı)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder