10 Temmuz 2015 Cuma

MAKALE YAHYA KEMAL ŞİİRİNDE OSMANLI HAYRANLIĞI




YAHYA KEMAL ŞİİRİNDE OSMANLI HAYRANLIĞI


                                                                                                                          Yaşar ŞİMŞEK*

                                                                                   “Bir tel kopar, ahenk ebediyen kesilir.”
     -Yahya Kemal-
Yahya Kemal Beyatlı, Türk edebiyatında –özellikle Türk şiirinde- kendine has söyleyişi ve Türkçenin özgün ve yetkin örneklerini vermesi hasebiyle haklı şöhrete kavuşmuş bir sanat adamıdır. Kendinden sonra gelen birçok edip ve şairi etkileyen Yahya Kemal, aynı zamanda gelecek kuşakların her daim okuduğu, okudukça kendini bulduğu bir isimdir. Sanatçı, gerek şiirlerinde gerekse düz yazılarında Osmanlı-Türk-İslâm medeniyetinin hususiyetlerini aktarmış, güzelliklerini öne çıkarmış ve değerlerini yansıtmıştır. Özellikle şiir vadisinde ortaya koyduğu ürünlerde, kültürümüzü ve değerlerimizi âdeta yeniden keşfetmiştir. Onun şiirleri bir milletin tarihini bilmesi açısından son derece önemlidir. Cahit Tanyol’un; “Kendinizi bulmak ve tanımak mı istiyorsunuz? Yahya Kemal’in şiirlerini dikkatle okuyunuz.”[1] ifadesi onun şiirlerinin hem insanımızın kendini tanıması hem de geçmişini anlaması/anlamlandırması açısından okunması gerekliliğini daha net ortaya koymaktadır.
Yahya Kemal şiirlerinde estetik/sanatsal boyutunun yanında düşünce zenginliği ve kültürel taraflar da dikkat çekmektedir. Onun şiirlerindeki duygu; bir düşüncenin kırılganlığını, bir fikrin aşkınlığını da içinde barındırmaktadır. Bu yönüyle Türk şiirinde apayrı bir sesin yaratıcısı olan şair, Osmanlılık şuurunun şiirimizdeki önemli bir temsilcisi konumundadır. Ondaki Osmanlılık bilinci/şuuru; duygu ve hayal unsurlarıyla beslenirken içinde tarihe, tabiata ve insana dair derin bir düşüncenin izlerini de taşımaktadır. Tanpınar’ın onun şairliğine ve şiirine dair yaptığı; “gelecek nesillerin hesabına kapılar açmış, bize dilimizle milletimizin şuurunu getirmiştir.”[2] değerlendirmesini burada ayrıca hatırlatmak gerekir. Büyük bir hayranlık duyduğu Osmanlı; onun şiirlerinin nirengi noktası olmuş, sanatını eşsiz bir mimariye/yapıya büründürmüş ve bu eşsizlik şiirlerinin muhtevasına ve diline hâliyle yansımıştır. Yine ondaki Osmanlı hayranlığının Türklükle ve bir vatana aidiyetle birlikte düşünülmesi gerektiği de bir gerçektir.
Şiirlerini kitaplaştırmaya ömrü vefa etmeyen Yahya Kemal’in ilk şiir kitabı -taslağını kendisinin hazırladığı ve vefatından birkaç yıl sonra yayımlanan- 1961 tarihli Kendi Gök Kubbemiz’dir. Şairin ilk şiir kitabı için seçmiş olduğu isim, Osmanlıyı imleyen, hatırlatan ve kapsayan bir adlandırmadır. Zira kitaba ad olarak seçilen bu ifade/tabir, eserin ilk şiiri “Süleymaniye'de Bayram Sabahı” içinde geçmektedir. “Kendi gök kubbemiz” söylemini, Yahya Kemal’in düşünce dünyasını ve aşkın hayalini yansıtan, onun şiirinin coşkunluğunu işaret eden bir unsur olarak görmek de mümkündür. Ayrıca, bu ifade kullanımını şairin Osmanlı medeniyetini bir kompozisyon içinde değerlendirme ve vatanı bütünüyle –dünü, bugünü ve geleceğiyle- bir arada görme arzusundan kaynaklandığını söyleyebiliriz. Yine buradaki “kendilik” vurgusu bir kültüre, bir medeniyete veya bir ülküye dair söylemin parçası olarak değerlendirilebilir. Selçuk Çıkla’nın ifadesiyle; “kendimiz olmak, kendimiz kalmak fikri” şeklinde açıklanacak bu düşünce etrafında onun şiirini “kendimizi soluyan bir şiir” ve “bizi biz yapan tarih, kültür, dil, gelenek, iman ve sanat” gibi görmek de mümkündür.[3] Ayrıca üç bölüme ayrılmış olan kitabın birinci bölümü,  “Kendi Gök Kubbemiz” başlığı adını taşımakta olup bu bölümündeki şiirler, Osmanlı-Türk medeniyeti, tarihi ve kültürüyle ilgili özellikler taşımaktadır. Ahmet Hamdi Tanpınar da, Kendi Gök Kubbemiz kitabı ile ilgili değerlendirme yazısında, “bu şiirlerin Türk duyuşundaki ve şiirindeki yerini bilmem hatırlatmağa lüzum var mı?” diye sorarak eserin “bugünle dünün arasında bir hatt-ı bâlâ” olduğunu ve “bütün geçmiş zaman tecrübemiz”in bu eserde toplandığını ve “gelecek zamana, onu hazırlayacak şekilde” oradan dağılacağını ifade etmektedir.[4]
Bütün bu görüşler etrafında onun şiirinin bir yönüyle Osmanlı hayranlığı üzerine olduğunu söyleyebiliriz. Pek çok şiirinde bu hayranlığın emare ve izlerini bulmak mümkündür. Çocukluk ve gençlik yılları Osmanlının son dönemlerine rastlayan Yahya Kemal’deki Osmanlı hayranlığının eski ihtişamlı günlere dair olduğu ve Osmanlıyı bu görkem içinde anlattığı görülmektedir. Aynı zamanda Yahya Kemal’deki Osmanlı hayranlığının yaklaşık dokuz yıl kaldığı Fransa (Paris) dönüşüne rastladığı da bir gerçektir. Özellikle derslerine ve sohbetlerine katıldığı Tarihçi Albert Sorel’in etkisiyle Osmanlıyı, Türklüğü ve milletinin tarihini yeniden keşfeden şairin vatanına ve milletine bakışı öncekinden farklı olarak derin ve geniş anlamlara bürünmüştür. Özellikle şairin doğduğu, çocukluğunun geçtiği ve hayatının en güzel günlerini yaşadığı Balkan şehirlerinin kaybı, onun ruhunda, benliğinde acı ve ızdırap oluşturmuştur. Bu acı/elem ilerleyen yıllarda hasret duyguları içinde bir hayranlığa, bir tasavvura dönüşerek şiirlerinde yansımasını bulmuştur. Osmanlıya/Osmanlı tarihine bakışında bu duyguların büyük etkisi vardır. Şair, Balkan şehirlerinde kaybolan çocukluk sevinçlerini Osmanlının şanlı tarihinde, geçen zamanın şen ve coşkulu günlerinde aramış,  o günlerin sesine ve büyüsüne kapılarak atalarının zaferlerle dolu günlerini, şiirlerinde âdeta yeniden canlandırmaya ve yaşatmaya çalışmıştır.  
Osmanlının dertle/kederle örülü son yıllarına şahit olan Yahya Kemal, “çirkin hâlihazır karşısında, tarihin kahramanlık ve güzellik dolu ülkelerine çekilir.”[5] Bu çekilmeyi, geçmiş özlemi içinde şanlı tarihin bütün heybetiyle şiirlerine konu olmasıyla açıklayabiliriz. Balkan şehirlerinin birinde doğması, o yörenin acılarını, sarsıntılarını daha yakından tecrübe etmesi onun şiirlerinin oluş serüveniyle ve eserlerindeki Osmanlı hayranlığıyla ilgili ipuçları da vermektedir. Atalarının destansı öyküleriyle yetişen şair, devletin parçalanma sürecini mazinin ihtişamlı günlerini hatırlayarak, âdeta içi burkularak kederli bir biçimde yaşamıştır/izlemiştir. “Açık Deniz” şiiri, çocukluk günlerine dair bir özlemi içinde barındırıyor olsa da, başlı başına Osmanlı Devletinin güzel ve asude günlerine duyulan hasreti dile getirmektedir:
 “Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum;
 Her lâhza bir alev gibi hasretti duyduğum
Kalbimde vardı Byron’u bedbaht eden melâl
Gezdim o yaşta dağları, hülyâm içinde lâl,
Aldım Rakofça kırlarının hür havasını,
Duydum akıncı cedlerimin ihtirasını,
Her yaz, şimâle doğru asırlarca bir koşu
Bağrımda bir akis gibi kalmış uğultulu…”[6]


Şiirdeki engin ve sonsuzluk tasavvuru Osmanlının cihanşümul/evrensel özelliğini yansıtmaktadır. Şair çocukluğunun güzel ve mutlu günlerini Osmanlıya duyduğu hayranlık içinde ifade eder. “Her yaz şimale doğru asırlarca bir koşu” söylemi de, Osmanlı medeniyetinin ruhunu ve milletinin hülyasını içinde taşır. Bu hülya ve ruh üzerinden Osmanlı medeniyetine olan tutkusunu ve milletine olan sevgisini dile getirir. Şiirde yaşadığı dönemdeki kötü şartlarından geçmişin güzel günlerini hatırlayarak kurtulma isteğindedir. “Mağlupken ordu, yaslı dururken bütün vatan,/Rüyama girdi her gece bir fatihâne zan.”[7] mısraları da bu düşüncenin ifadesidir. Şair, bu rüya ve hayal âlemi içinde mazinin muhteşem günlerini anımsayarak mutlu olur ve kendini avutur.
“Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiiri de kendini, milliyetini ve ait olduğu toprakları yeniden keşfeden bir şairin duygularını yansıtır. Bir bayram sabahı, Osmanlının ihtişamlı günlerine duyduğu özlemi ve maziye olan hayranlığını ifade eder. Bunu yaparken sanatını ve şairliğini konuşturur Yahya Kemal… “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiiri, özellikle “mektepten memlekete” dönüşün şiiri olarak bilinen bir metindir. Bu geriye dönüş, bir bakıma onda –öteden beri var olan- vatan, millet, din şuurunu yeniden ortaya çıkarmıştır. Şair, kavramları ve değerleri estetik bir yapıya büründürmüş ve bunu belli bir şuur içinde dile getirmiştir. Şiirin ilk kısmı da, bu bilinç içinde Osmanlının birleştirici ve bütünleştirici yönünü yansıtan bir söyleyişe sahiptir:
                                    “Artarak gönlümün aydınlığı her sâniyede
Bir mehâbetli sabah oldu Süleymâniye’de
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her ân aradan.”[8]
Yahya Kemal, şiirin ilerleyen bölümlerinde, Osmanlıdan miras kalan ve varisi olmaktan onur duyduğu bu mimari eseri, şimdi daha iyi anladığını ve bu kutsi yapıda yıllardır rüyalarında görüp özlediği atalarının/cedlerinin vicdanını bulduğunu söylemektedir:
“Ulu mâbed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrûrum;
Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi,
Senelerden beri rüyâda görüp özlediğim
Cedlerin mağfiret iklîmine girmiş gibiyim.”[9]
Yine şair, Osmanlı Devletinin zaferlerle dolu günlerini, fethedilen yerleri ve geçmişin coşkun hâllerini büyük bir hayranlık duygusu içinde yer yer sorular sorarak dile getirmektedir:
“Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?
Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor:
Kosova’dan, Niğbolu’dan, Varna’dan, İstanbul’dan..
Anıyor her biri bir vak’ayı heybetle bu an;
Belgrad’dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar’dan mı?
Son hudutlarda yücelmiş sıra-dağlardan mı?
Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?
Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!.
Adalardan mı? Tunus’dan mı, Cezâyir’den mi?
Hür ufuklarda donanmış iki yüz pâre gemi
Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor;
O mübârek gemiler hangi seherden geliyor?”[10]
“Akıncılar” şiirinde de, hayranlık daha üst perdeden ifade edilerek coşkulu hâl, mazideki kalabalık Türk ordusunun inanmışlığı üzerinden yansıtılmakta ve kendisini dinine, vatanına ve milletine adanmışlığı içinde resmedilmektedir.
“Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik;
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!

Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: “İlerle!”   
Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle

Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan   
Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan”[11]
 “Mohaç Türküsü” şiiri de, Osmanlı hayranlığını ifade eden, mazinin parlak zaferlerini imleyen bir şiirdir. Yahya Kemal bu şiirde, sefere çıkan Osmanlı ordusunu anlatmış ve askerlerin yiğitliğini Osmanlının ihtişamıyla bütünleştirmiştir:
“Bizdik o hücumun bütün aşkıyla kanatlı;
Bizdik o sabah ilk atılan safta yüz atlı.

Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle,
Canlandı o meşhûr ova at kişnemesiyle!

Fethin daha bir ülkeyi parlattığı gündü;
Biz uğruna can verdiğimiz yerde göründü.

Gül yüzlü bir âfetti ki her bûsesi lale;
Girdik zaferin koynuna, kandık o visâle!”[12]
“Mohaç Türküsü” şiirinin son mısraları oluşturan; “Lâkin kalacak doğduğumuz toprağa bizden;/Şimşek gibi bir hâtıra nal seslerimizden.”[13] ifadesiyle Yahya Kemal, Osmanlının aziz hatırasının gelecek kuşaklara kalacağını müjdelemektedir. Nal sesi bu aksin/yankının en etkili/keskin ifadesi olarak düşünülebilir. Burada şair, -belki de- bu sesin yankısının asırlar sonra yeniden duyulacağını okura sezdirmektedir. Bu şiirden hareketle Yahya Kemal’in, “Osmanlı’yı yeniden yaşamak veya yaşatmayı değil, ondan tevarüs ettiği benlik kuvvetiyle bir millet şuuru yaratmaya çalış”tığını[14] söylemek de mümkündür.

“İstanbul'un Fethini Gören Üsküdar” şiirinde ise, asırlarca Osmanlı ve İslâm’ın temsili olan İstanbul’un fethedildiği günleri bir rüya ve hayal âlemi içinde tasvir ederek bütün şehirlerin imrenerek anımsadığı günleri beş yüz yıl sonra yeniden yâd eder:
“Üsküdar bir ulu rüyâyı görenler şehri,
Seni gıptayle hatırlar vatanın her şehri,

Hepsi der: Hangi şehir görmüş onun gördüğünü?
Bizim İstanbul’u fethettiğimiz mutlu günü.”

Elli üç gün ne mehâbetli temâşa idi o.
Sanki halkın uyanık gördüğü rüyâ idi o.

Şimdi beş yüz sene geçmiş büyük hatıradan
Elli üç günde o hengâme görülmüş buradan,

Canlanır levhâsı hâlâ beşer ettikçe hayâl
O zaman ortada, her saniye gerçek bir hâl.”[15]
            “Hayâl Beste” şiirinde de, çok sevdiği İstanbul şehri üzerinden Osmanlıya hayranlığını dile getirmekte, atalarının kurmuş olduğu devletin asırlarca parlak zaferler kazanarak batıya yürüdüğünü belirtmektedir:
“Roma’nın şarkını fethettiğin andan sonra,
Yüce dağlar gibidir gördüğün iş, Türk oğlu!
Girdiğin yerde asırlarca kalıştan başka,
Kurduğun devlet asırlarca muzaffer yürüdü.”[16]
            “Mihriyar” şiirinde ise; Osmanlıya duyulan sevgi İstanbul’un fethinin hayaliyle bütünleşir ve atalarının gerçekleştirdiği bu kutlu olay, gelecek kuşakların hülyasını süsler. Bu şiirde de, Osmanlı hayranlığı daha üst bir seviyede ve ete kemiğe bürünmüş şekilde karşımıza çıkmaktadır:              
“Hayrân olarak bakarsınız da
Hulyânızı fetheder bu hâli:
Beş yüz sene sonra karşınızda
İstanbul fethinin hayâli.”[17]
            “Kaybolan Şehir” şiirinde doğup büyüdüğü ve Osmanlı Devletinin en güzel şehirlerinden biri olan Üsküp’ün Osmanlı Devleti’nin elinden çıkmasının üzüntüsünü dile getirmiş, şehrin bir Türk-İslâm(Osmanlı) şehri olduğunu hatırlatarak Osmanlı hayranlığını bir kez daha ifade etmiştir:
Üsküp ki Yıldırım Beyazıd Han diyârıdır,
Evlad-ı Fatihân’a onun yadigârıdır.

Firûze kubbelerle yalnız bizim şehrimizdi o;
Yalnız bizimdi, çehre ve rûhiyle biz’di o.

Üsküp ki Şar-dağ’ında devâmıydı Bursa’nın.
Bir lâle bahçesiydi dökülmüş temiz kanın.

Üç şanlı harbin arş’a asılmış silâhları
Parlardı yaşlı gözlere bayram sabahları.”[18]
Yahya Kemal’deki bu hayranlığın bir sahiplenme edası içinde olduğunu; “Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene,/Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene.”[19] mısralarından anlıyoruz.
Son ve kapsayıcı bir örnek olarak “Yol Düşüncesi” şiirinde ise; atalarının aziz hatırasına, geçmişine, vatanına, milliyetine ve hepsinden öte Osmanlıya karşı duyduğu hayranlığı eski günlerin saf neşesi içinde dile getirmiştir:
“-Cihan vatandan ibarettir, itikadımca-
Budur ölümde benim çerçevem, muradımca;
Vatan şehirleri karşımda, her saat, bir bir,
Fetihler ufku Tekirdağ ve sevdiğim İzmir,
Şerefli kubbeler iklîmi, Marmara’yla Boğaz,
Üzerlerinde bulutsuz ve bitmiyen bir yaz,
Bütün eserlerimiz, halkımız ve askerlerimiz,
Birer birer görünen anlı şanlı cedlerimiz,
İçimde dalgalı Tekbîr’i en güzel dînin,
Zaman zaman da Nevâ-Kâr’ı doğsun, Itrî’nin.
Ölüm yabancı bir âlemde bir geceyse bile,
Tahayyülümde vatan kalsın eski hâliyle.”[20]
Sonuç olarak; bir yönüyle maziye ve köklerine sımsıkı bağlı, diğer yönüyle yüzünü atiye/geleceğe çevirmiş bir şair olan Yahya Kemal, hem Osmanlı hem de Cumhuriyet döneminin önemli bir sanatçısı olarak bir medeniyetin hülyasını dile getirmiştir. Beşir Ayvazoğlu’nun ifadesiyle “bozgunda fetih rüyası”[21] gören bir şairdir o. Bir Osmanlı şehri olan Üsküp’te doğmuş ve zamanının sıkıntılarını var olduğu coğrafya içinde ele alarak dağılma ve yıkılma sürecindeki Osmanlının geçmiş günlerinin hoş sedalarını yansıtmıştır. Şiirlerinde özellikle hayatının büyük kısmını geçirdiği Cumhuriyet Türkiyesi’nde; doğduğu, özlediği ve o çok sevdiği Osmanlı zamanlarına duyduğu hasreti Osmanlının ihtişamlı günlerini anımsayarak gidermeye çalışmıştır.
Yahya Kemal, yaşamının büyük bir bölümünü muhteşem maziye duyduğu hasreti dile getirerek geçirmiş ve özellikle bu mazi iklimi içinde Osmanlıya olan hayranlığını Türk tarihi çerçevesinde belirtmiştir. Mehmet Kaplan’ın ifadesiyle söyleyecek olursak; “Çöken âlem, onun şiirlerinin aynasında ebedî akisler bırakarak kaybolur. Kuğunun son şarkısı kadar hüzünlü ve güzel olan bu şiirlerde, mâzimizin en değerli tarafları sanatın ihtişamı içinde yer alır.”[22] Şair, bir çöküş süreci yaşayan Osmanlı Devletinin bir ferdi olarak vatanının kederini ve milletinin ızdırabını büsbütün ruhunda/kalbinde duymuş, bu zor ve sıkıntılı süreçlerden mazi fikriyle bir nevi kurtulmaya/sıyrılmaya çalışmıştır. Ve sonsöz; Yahya Kemal şiirlerinde, -Cihan vatandan ibarettir, itikadımca- dizesi örneğinde olduğu gibi büyük bir hayranlık duygusu içinde vatanının/Osmanlının ihtişamlı günlerini aydın ve sanatçı sorumluluğu bilinciyle mısralara dökmüştür.

Kaynakça:
[1] Cahit Tanyol, Türk Edebiyatında Yahya Kemal, Remzi Kitabevi,  İstanbul 1985.
2 Ahmet Hamdi Tanpınar, “Yahya Kemal ve Şiirimiz”, Edebiyat Üzerine Makaleler  (Haz. Zeynep Kerman ), Dergâh Yayınları, 2. bsk., İstanbul 1977, s. 337.
3 Selçuk Çıkla, “Her Yönüyle Yahya Kemal’in Şiiri”, Prof. Dr. Mustafa Özbalcı Armağanı, Birleşik Yayınları, Ankara 2008, s. 126.
4 Ahmet Hamdi Tanpınar, “Kendi Gök Kubbemiz”, Edebiyat Üzerine Makaleler ( Haz. Zeynep Kerman ), Dergâh Yayınları, 2. bsk., İstanbul 1977, s. 353.
5 Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri I, Dergâh Yayınları, 22. bsk., İstanbul 2013, s. 220.
6 Yahya Kemal Beyatlı, Kendi Gök Kubbemiz,  Fetih Cemiyeti Yayınları, 5. bsk., İstanbul 1974, s. 14.
7 Kendi Gök Kubbemiz,  s. 14-15.
8 Kendi Gök Kubbemiz,  s. 9.
9 Kendi Gök Kubbemiz,  s. 11.
10 Kendi Gök Kubbemiz,  s. 12-13.
11 Kendi Gök Kubbemiz,  s. 22.
12 Kendi Gök Kubbemiz,  s. 24.
13 Kendi Gök Kubbemiz,  s. 25.
14Ali K. Metin, “Sorumluluğun ve Kuruluşun Şairi Olarak Yahya Kemal”, ‘Bozgunda Bir Fetih Düşü’ Yahya Kemal Özel Sayısı, Hece, S. 145, Ocak 2009, s. 234.
15 Kendi Gök Kubbemiz,  s. 28.
16Kendi Gök Kubbemiz,  s. 38.
17 Kendi Gök Kubbemiz,  s. 72.
18Kendi Gök Kubbemiz,  s. 77.
19 Kendi Gök Kubbemiz,  s. 78.
20 Kendi Gök Kubbemiz,  s. 84.
21 Beşir Ayvazoğlu, Bozgunda Fetih Rüyası-Yahya Kemal’in Biyografik Romanı, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2001.
22 Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri I, Dergâh Yayınları, 22. bsk, İstanbul 2013, s. 220.





* Öğr. Gör., Gaziosmanpaşa Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü.
[1] Cahit Tanyol, Türk Edebiyatında Yahya Kemal, Remzi Kitabevi,  İstanbul 1985.
[2] Ahmet Hamdi Tanpınar, “Yahya Kemal ve Şiirimiz”, Edebiyat Üzerine Makaleler ( Haz. Zeynep Kerman ), Dergâh Yayınları, 2. bsk., İstanbul 1977, s. 337.
[3] Selçuk Çıkla, “Her Yönüyle Yahya Kemal’in Şiiri”, Prof. Dr. Mustafa Özbalcı Armağanı, Birleşik Yayınları, Ankara 2008, s. 126.
[4] Ahmet Hamdi Tanpınar, “Kendi Gök Kubbemiz”, Edebiyat Üzerine Makaleler ( Haz. Zeynep Kerman ), Dergâh Yayınları, 2. bsk., İstanbul 1977, s. 353.
[5] Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri I, Dergâh Yayınları, 22. bsk, İstanbul 2013, s. 220.
[6] Yahya Kemal Beyatlı, Kendi Gök Kubbemiz,  Fetih Cemiyeti Yayınları, 5. bsk., İstanbul 1974, s. 14.
[7] Kendi Gök Kubbemiz,  s. 14-15.
[8] Kendi Gök Kubbemiz,  s. 9.
[9] Kendi Gök Kubbemiz,  s. 11.
[10] Kendi Gök Kubbemiz,  s. 12-13.
[11] Kendi Gök Kubbemiz,  s. 22.
[12] Kendi Gök Kubbemiz,  s. 24.
[13] Kendi Gök Kubbemiz,  s. 25.
[14] Ali K. Metin, “Sorumluluğun ve Kuruluşun Şairi Olarak Yahya Kemal”, ‘Bozgunda Bir Fetih Düşü’ Yahya Kemal Özel Sayısı, Hece, S. 145, Ocak 2009, s. 234.
[15] Kendi Gök Kubbemiz,  s. 28.
[16] Kendi Gök Kubbemiz,  s. 38.
[17] Kendi Gök Kubbemiz,  s. 72.
[18] Kendi Gök Kubbemiz,  s. 77.
[19] Kendi Gök Kubbemiz,  s. 78.
[20] Kendi Gök Kubbemiz,  s. 84.
[21] Beşir Ayvazoğlu, Bozgunda Fetih Rüyası-Yahya Kemal’in Biyografik Romanı, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2001.
[22] Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri I, Dergâh Yayınları, 22. bsk, İstanbul 2013, s. 220.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder