ALİ EMİRİ’NİN KALEMİNDEN GÜNÜMÜZE ATASÖZLERİ :DURÛB-I EMSÂL-İ OSMÂNİYYE
Atasözleri, bir dilin en önemli hazineleri ve temel taşlarıdır. Yüzyılların tecrübesi neticesinde oluşmuş ve nesilden nesile farklı şekillerde (sözlü veya yazılı) aktarılmıştır. Bir toplumun hayata bakışını ve yaşam felsefesini en tesirli şekilde ifade eden yapılardır. Diğer taraftan toplumun kültürel ve sosyal birikimleridir.Atasözleri, eskiden sav, mesel, darb-ı mesel olarak tabir edilen konuşma dilinde ve manzum, mensur yazı dilinde yaşayan hikmet dolu, nasihat dolu eğitici öğretici özelliklere sahip veciz sözlerdir, deyimler ise yine konuşma dilinde manzum ve mensur yazılarda sıkça rastlanılan, çoklukla birkaç kelime veya bir kısa cümle ile teşbih, istiare, mecaz, kinaye sanatları kullanılarak bir meramı anlatan, bir hadiseyi tasvir eden sözlerdir; atasözleri ve deyimler, bir milletin kültür seviyesini, hayat tecrübesini, dünyaya bakışını gösterirler; her milletin kendi dilinde atasözleri ve deyimleri vardır ve o dile ayrı anlamlar kazandıran, veciz, düşündürücü, öğretici, öğütleyici ve yol gösterici unsurlardır, atasözleri ve deyimler, her milletin kendi hayatlarının her alanında kullandıkları, evde, eğitim kurumlarında, sokakta, çarşıda, pazarda, tarlada, iş yerinde zevkle söyleyegeldikleri ve dillerinden düşürmedikleri hazineleridir; atasözleri, bir ulusun, geniş halk kitlelerinin yüzyıllar boyunca yaşadığı deneyim, gözlem ve bunlardan doğan düşüncelere dayanan, genel kural ve düstur niteliği taşıyan veya bir doğruyu ortaya koyan, söyleyeni unutulduğu için halkın ortak malı olan (anonim), kısa, özlü ve kalıplaşmış, içinde yargı (hüküm) bulunan bir tümce değerindeki sözlerdir; atasözü, toplumun yüzyılların verdiği deneme, düşünce ve özleminden doğmuş, kurallaşmış, kalıplaşmış, her yerde her zaman doğru olanı söyleyen ve hüküm bildiren özlü sözlerdir.
Osmanlı döneminde atasözleri ve deyimlerden oluşan eserlere genellikle “Durûb-ı Emsâl” adı verilmiştir. O dönemde kaleme alınan yedi adet “Durûb-ı Emsâl” mevcuttur: Pend-nâme-i Güvâhî, Manzum ve Musavver Durûb-ı Emsâl , Manzûme-i Durûb-ı Emsâl (Hıfzi), Darb-ı Meseller ve Uygun Beyitler , Durûb-ı Emsâl-i Osmâniyye (Şinasi), Durûb-ı Emsâl (Ali Emiri), Armağan (Edirneli Ahmed Bâdî).
Bu eserler içerisinde hacim ve muhteva açısından ehemmiyet arz edenlerden biri Ali Emiri’nin Durûb-ı Emsâl-i Osmâniyyesi’dir. Eser, bizzat Ali Emiri tarafından rik’a denilen bir yazı türü ile kaleme alınmıştır. Üç cilt hâlindedir. Toplam 161 yapraktır. Arap alfabesindeki sıralamaya göre alfabetik olarak düzenlenmiştir. Eserde toplam 2440 adet atasözü mevcuttur. Emiri, ilgili beyit ve mısraları atasözlerinin üzerine yaklaşık doksan derece bir açıyla dikey bir şekilde yazmıştır.
Emiri, eserinde sosyal hayatın ve bireysel yaşamın neredeyse tüm alanlarıyla ilgili atasözlerine yer vermiştir. Onları, daha anlaşılır kılabilme adına beyit ve mısralarla süslemiştir. Bu noktada Ali Emiri Efendi’nin Durûb-ı Emsâl-i Osmâniyye adlı eserinden misaller getirmenin yerinde olacağını düşünmekteyiz.
1. İkindiden sonra dükkân açmağa benzer 18a/4
Kâr-gâhın feth eden ba’de’l-asr ne hayr eder (Hıfzi: M. E : s. 19)
[= İkindiden sonra dükkānını açana ne hayır gelir.]
2. İki kılıç bir kına girmez 19b/3
Sînede hem cevr-i yâr u hem cefâ-yı rûzgâr
Bir niyâm içinde olmaz tîg-ı hûn-âşâm iki (Necâtî-i Edrinevî: Dìvān: G. 622/2)
[= Göğsümde, hem sevgilinin cefası hem de zamanın ezası [varken]; bir kın içinde kan içici iki kılıç olmaz.]
3. Allâh bir kapuyı kaparsa bin kapuyı açar 13a/2
Bir kapuyı bend ederse bin kapu eyler küşâd
Hazret-i Allâh efendi fâtihu’l-ebvâbdur (Lâ Edrî)
[= A efendi! Hazret-i Allah, bir kapıyı kapatırsa bin kapıyı açar. Allah, kapıların açıcısıdır.]
4. Yoldan kal yoldaşdan kalma 154a/1
Kalmasun Yahyâ ten-i fersûdede yoldaşdan
Kûy-ı yâre gitmege cân u dil etmiş ittifâk (Şeyhü’l-İslâm Yahyâ: Dîvân: G. 172/5)
[= Yahya, yıpranmış bedende yoldaştan kalmasın; can ve gönül sevgilinin mahallesine gitmek için ittifaķ etmiş.]
5. Yumurtada kıl bitmez 153a/3
Zuhûr eyler mi vech-i beyzada mû (Ģıfžì: M. E: s. 17)
[= Yumurtanın yüzeyinde kıl çıkar mı?]
6. Hüner makbûldür ammâ mu’teber hüsn-i edebdür 148a/2
Hüner makbûl ise hüsn-i edeb memdûh-ı âlemdür (Emiri-zâde Emiri)
[= Hüner beğeni toplasa da muteber olan güzel davranışlardır.]
7. Hüner makbûldür ammâ mu’teber hüsn-i edebdür 148a/2
Hüner makbûl ise hüsn-i edeb memdûh-ı âlemdür (Emiri-zâde Emiri)
[= Hüner beğeni toplasa da muteber olan güzel davranışlardır.]
8. Her Fir’avna bir Musa olur 144a/3
Gam yeme agyâr içün aslâ gönülden İsmetâ
Çün-ki her Fir’avna bir Mûsâ olur âlem bu yâ (İsmet-i Âmidî)
[= Ey İsmet! Başkaları için asla gönülden gam yeme; çünkü her Firavun'a bir Musa vardır.]
9. Her celâlün bir cemâli var 142b/1
Cevr-i zamâneden gilemend olma Nâbiyâ
Kangı celâl var akabinde cemâli yok (Nâbî: Dîvân: G. 388/8)
[= Ey Nabi! Zamanın sıkıntılarından dolayı sızlanma; hangi güçlük var ki ardından güzelliği olmasın?]
10. Nasîbünde var ise gelir Yemenden nasîbünde yok ise düşer dehenden 134a/4
Bana kahve sunılmadı deme sen
Nasîbün var ise gelür Yemenden (Cemâlî)
[= “Bana kahve sunulmadı” deme; nasibin varsa Yemen’den gelir.]
11. Mansıb bir dest-mâldür elden ele gezer 131a/2
Bu mesel meşhûrdur ellerde mansıb dest-mâl
Birini eyle inâyet gözlerüm yaşın silem (Figânî: Dìvān: K. 2/37)
[= Bu atasözü meşhurdur: “Makam ellerde bir elbezidir”; birisini lutfet de gözlerimin yaşını sileyim.]
12. Güli ta’rîfe ne hâcet ne çiçekdür bilürüz 119a/2
O edâlar bu tebessüm bize dekdür bilürüz
Güli ta’rîfe ne hâcet ne çiçekdür bilürüz (Lâ Edrî)
[= O naz ve tebessümün bizim için olduğunu biliyoruz; gülü tarif etmeye gerek yok, nasıl bir çiçek olduğunu biliyoruz.]
13. Güli ta’rîfe ne hâcet ne çiçekdür bilürüz 119a/2
O edâlar bu tebessüm bize dekdür bilürüz
Güli ta’rîfe ne hâcet ne çiçekdür bilürüz (Lâ Edrî)
[= O naz ve tebessümün bizim için olduğunu biliyoruz; gülü tarif etmeye gerek yok, nasıl bir çiçek olduğunu biliyoruz.]
14. Gelmek irâdet gitmek icâzet iledür 117b/3
Zevk âhir oldı gam zâhir oldı
Gelmek irâdet gitmek icâzet (Lâ Edrî)
[= Zevk sona erdi, gam ortaya çıktı; gelmek istekle, gitmek izinle.]
15. Hoca Nasre’d-dînün türbesi gibi 52a/1
Bâ’is-i hande olur setre çalışmak ışkı
Vaz-ı kufl etme gibi türbe-i Nasre’d-dîne (Şeyhü’l-İslâm Atâ)
[= Aşkı gizlemeye çalışmak gülüşe sebep olur. Bu, Nasreddin Hoca türbesine kilit vurmak gibi bir şeydir.]
Ali Emiri’nin eserinde atasözlerinden başka deyimler de mevcuttur. Bu deyimlerin bazıları günümüzde oldukça az kullanılmaktadır.
Ağustosta suya girse balta kesmez buz olur: ‘Kişinin yaşamı boyunca, ulaşmak istediği hedeflere varma noktasında veya yapmak istediği işlerde, daima önüne engeller çıkması ve bu engeller neticesinde yaşam döngüsü içinde muvaffak olamaması’ anlamına gelmektedir. Bu deyim, hiçbir durumda şansı yaver gitmeyen kişiler için de sıkça kullanılmaktadır. Yine kişinin şanssızlığını ve bahtsızlığını vurgulamak adına, bu deyimle aynı manayı irad eden “taşa bassam iz olur” deyimi de kullanılmaktadır. Aşağıdaki beyitler de insanın ne derecede talihsiz olabileceğini çok nezih bir ifadeyle dile getirmektedir:
Deryâdan âb istemiş olsam serâb olur
Ger altuna yapışsam o saat türâb olur (Zâtî: Dîvân: G. 289/1)
[= Denizden su istesem seraba dönüşüverir. Altına yapışsam o anda toprak oluverir.]
Ağzı gümüşlü/gümüş: ‘Kıymet ve önem arz eden kişi ya da durumları, mevzu bahis ederek, onları âmiyâne bir hâle getiren, bayağılaştıran ve kıymet-i harbiyelerini ciddi manada itibarsızlaştıran kişiler’ manasına gelmektedir. Emîrî [ö. 1924]’nin şu beyti bu durumu çok güzel özetlemektedir:
Kem etdi kadr-i âlimi hālis ayâr iken
Şimdi zamâne halkınun agzı gümüşleri (Seyyid Mehmed Emîrî-i Âmidî)
[= Zamane halkının gümüş ağızlıları, halis altın iken âlimin değerini düşürdüler.]
Kızılı çık-: ‘Bozuk olduğu anlaşılmak, gerçek yüzü ortaya çıkmak, geçersiz olmak, foyası çıkmak’ anlamlarına gelmektedir. Kızıl, akçenin içerisindeki bakır demektir.
Gümüş paralar mihenk taşına vurulduğunda içerisindeki bakır oranı belirleniyor ve kalp olup olmadıkları anlaşılıyordu. Bu işlem, kızılı çıkmak deyiminin kaynağını teşkil ediyor. Âşığın gümüş gibi gözyaşları zamanla kanlı bir hâl alınca içinden kızılı yani bakırı çıkan bir kalp akçe hüviyetine bürünüyor.
Fedayî Bey, kınanın; sevgilinin elini çok açık renkte boyadığını ve daha sonra foyasının ortaya çıktığını ifade etmektedir.
Katı açık boyamış destin oyup cânânın
El içinde kızılı çıkdı yine hannânun (Fedāyì Beg)
[= Sevgilinin elini oyup çok açık renkte boyadığı için kınanın adı yine halk içinde kötüye çıktı.]
Nakd-i eşkün kızılı çıkmasa ger Hâletiyâ
Belki hazz eyler idi girye-i çeşmünden o yâr (Hâletî: Dîvân: G. 143/6)
[= Ey Haletî! Senin gözyaşı paranın gerçek yüzü/foyası ortaya çıkmasaydı, belki o sevgili senin gözyaşlarından hoşlanırdı.]
Bâtını kalp olanun kızılı meydâna çıkar (Hıfzî: M. E: s. 10)
[= İçinde sahtekârlık/kötülük olanın foyası ortaya çıkar.]
Atasözleri ve deyimler, dilin mecazi yönden gücünün birer göstergeleridir. Dilin en önemli zenginlikleridir. Tecrübelerin ve kültürel değerlerin oldukça kıymetli aktarım unsurlarıdır. Kelimelerdeki anlam derinliği ve çeşitliliği kendisine en güzel şekilde atasözlerinde ve deyimlerde yer bulurlar. Bu noktada tüm dil zenginliğinin genç nesillere aktarılması icap eder. Dolayısıyla Ali Emiri gibi üstad insanların kaleme almış olduğu bu tip eserler, mutlaka Latin alfabesine aktarılarak yayın hayatına kazandırılmalıdır. Bilhassa ortaöğretim düzeyindeki öğrencilerin de bu çalışmalardan azami derecede istifade edebilmeleri önem arz etmektedir. Bu itibarla yapılan çalışmaların bir kısmı da ortaöğretim öğrencilerinin daha rahat kavrayabilecekleri tarzda düzenlenmelidir.
Yard. Doç. Dr. İslam KÜÇÜK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder